28 Aralık 2017 Perşembe

2018 için...

koca yıl 1 satır yazmamışım. ayıp.

izin verirseniz 2 kelam edip gideceğim.

...

çok güzel bir yıl olmayacak tabii ki.

bu yıl da ağlayacaksınız ve bir dolu şey üstünüze üstünüze gelecek.

büyük hayal kırıklıklarınız da olacak, küçükleri de.

insanlardan soğuyacaksınız.

insanlar sizi yüz üstü bırakacak.

istediğiniz paraları kazanamayacaksınız.

iş arkadaşlarınızın ihanetine de uğrayacaksınız, kardeşleriniz de üzecek sizi elbet.

sevdiklerinizi kaybedebilirsiniz ve siz hastalanabilirsiniz mesela.

gitmek istediğiniz o dünya güzeli şehre gidemeyeceksiniz belki de.

boşverin.

çünkü dünyanın öbür yüzünde...

çok güzel bir yıl olabilir ama olmasa da sizi kandırmayabilir.

izlerini önceden gözlemlediğiniz için çok ağlamayabilirsiniz ve yalnızca hazırlıklı olduğunuz için üstünüze kesinlikle gelemez hayat.

hayal kırıklıkları bir yana, onlarla büyüyeceksiniz, yeni insanları daha çok seveceksiniz yeri geldiğinde.

birileri muhakkak ki sizi yüz üstü bırakmayacak ve istediğiniz kadar büyük paralar kazanmasanız da hala gülümseyeceksiniz.

ihanetmiş... ne maval, siz zaten bunları çok iyi biliyorsunuz.

çok istediğiniz o şehre gidemezseniz de, sizi hiç yalnız bırakmayacak dostlarınızla berabersiniz.

yeni yılınız kutlu olsun ve değerli olan, değen insanlar olsun hep yanınızda umarım.

ve umarım sevdiklerinizle uzun yıllar, hastalıklardan uzak, sevgiyle yaşarsınız.

sevgilerle...

27 Ekim 2016 Perşembe

uzun bir aradan sonra...

insanın tutkularının olması önemli bir şey

bunu söyleyen ben, anaokulunda aşık olmuştum, şimdi tir tir titreyerek uçağa binen ben, ilkokulda astronot olacaktım, ortaokulda hem basketçi, hem gazeteci, lise de kesinlikle idealist bir avukat, ara ara tasarımcı ve ressam, üniversitede devrimci, sonrasında hayat bana alakasız bir dolu şey getirdi...

sinema atölyesine gitmeye başlamadan çok önce senarist olmaya karar vermiştim. Aslında ilkokulda çizgi roman çalışmalarım olduğundan olabilir, kardeşime uyduruktan hikayeler anlatmamdan da belli, bir şeyler yazmayı da hep çok sevdim. Bastıramadığım bir roman yazdım ve dolu dolu kısa hikayeler ve bir dolu alakasız senaryo taslakları bulabilirsiniz evimde. Bana bir başlangıç ver ben sana hikayesini yazıyim kafasında biriyim, maksat drama yazmaksa eğer ben bu işin kralı(cinsiyetsiz kullanılmıştır)

Filmler, filmler... Zamanında çokça hayatımı kurtardıklarını söyleyebilirim. Ama insan sırf hayatını kurtardı diye birine aşık olmaz bence, aslında benim biraz geç fark ettiğim bir bağımız varmış, hain filmler hayatıma sinsice girdiler...

sonra bir gün türkçe altyazı sitesinde saçma sapan dolanırken bir kore dizisine rastlamıştım. Aslında Kim Ki Duk'dan mütevellit Kore sinemasını çılgın seven biri olarak, batı menşeli dizilerin ötesine geçmemiş bu bünye onu da bir denemeli dedim ve 8 ay sonra kendimi Kore'nin başkentinde Seul'de buldum... (konuyla ilgili detaylı yazı, komikli fotolarıyla sonra gelecektir)

Ölmeden önce Arjantin'e, Alaska'ya ve birine çok söz verdiğim için Yeni Zellanda'ya kesin gideceğim. Hatta o kadar çok gezeceğim ki, ölmeden önce görülecek yer de neredeyse kalmadı bee diye gülümseyeceğim...planım bu - ömür yeterse

Sonra ölmeden önce çok kitap okuyacağım, çok film izleyeceğim, üzerine konuşulacak o kadar çok konu olacak ki beynimde, insanlar bazen sussa da rahatlasak diye iç geçirecekler... dileğim

Bir de kitap bırakabilirsem geride çok şahane olacak. Ölmeden önce insanların onu okuduğunu görüp, yaptım lan diyeceğim

Konumuza dönelim, konu tutkular... Hani şöyle sistemin esareti altında ezilmeden, başkalarından gördüğümüz şeylere değil de kendi hayallerimize evrilelim isterim. 

Bu yıl çok ülke gezdim (bununla ilgili de detaylı yazı sonra gelecek) ve öyle görünüyor ki yıl bitmeden daha bir kaç ülkeyi daha göreceğim, bu çok heyecanlı. Hayat belki de bazen isteklerimize uymayı başarıyor. Bu kesinlikle karma  falan değil ama bence çok tatlı bir denk gelme hali. Yani şanslıyım.

Ben de uzun zamandır ara verdiğim bloguma az az bu gezi durumlarını yazmayı planlıyorum, hadi hayırlısı.

ve sevdiğim tüm herkese bolca gezmeler, gezerken de çok güzel şeyler görmeler diliyorum

öpüyorum

16 Temmuz 2016 Cumartesi

15 Temmuz, Ananın darbesi ve hissiyatım

Tam olarak kimlerin duygusun tercüman olurum bilmiyorum ama hali ruhiyem şu haldedir

O erin kafasını köprü üzerinde gerçekten kestiler mi?

104 tane askeri öldürdüler mi

Diğer taraftan 90 'şehit' dedikleri yalnızca polis mi, yoksa kelle kesen / teşebbüs eden 'sivil' mi

Şimdi askeriye içindeki 'darbe' ayağına tüm muhalifleri elimine edecekler mi?

Vatan hainliğinden yargılamaya kalktıkları kurmaylar için tekrar idam söz konusu olacak mı?

1 Ordu komutanının yaptığı açıklamada laiklik vurgusu bilerek mi yapılmadı?

Genel kurmay başkanı Akar bu tezgahın neresinde?

Bilmem kaç ilden yalnızca 2'sinde darbe olur mu?

Amerika bu oyunun neresinde? Fetullah'ın alakasızım beyanı ne kadar gerçek?

Harp okulları öğrencileri, Kuleli'nin durumu ne olacak?

Yani dönüp dolaşıp aynı yere gelmiş gibi olmak istemem ama emir komuta zincirinin en altındaki o erin boğazını kesenlere ne yapılacak?

CnnTürk çok istediği bizimle de barışşın politikasını dün gece itibariyle resmi olarak ilan etti mi?

Şimdi tüm darbe karşıtları olarak biz bu halden memnun mu olmalıyız?

Başkanlık sistemine bir adım daha mı yaklaştık yoksa çoktan içindeyiz de safları mı sıklaştırıyorlar?

ve daha onlarca soru dönüyor beynimde...

***

Tüm gece uyumudak...
Köprünün üzerindeki asker çıkartması ile başlayan süreç ilk önce şaka gibi geldi bize. En iyi ihtimal bir istihbarat üzerine herhangi bir durum olduğunu düşünen biz, Ankara'daki jetlerin alçaktan uçuşuyla kıllanmaya başlayıp, küçük harflerle olabilir mi acaba safhasına geçtik.
Teknoloji çağı, iletişim ışık hızında. Aymamızın zamanlaması da buna uygun tabii.
Kalkışma... falan beyanları bir tarafta. Hey gözünü sevdiğimin Türkçesi, nerdesin, kimlerlesin hallerindeyiz.
Asker ile polis karşı karşıya. Asker ile asker karşı kaşıya. E 5ten ilk önce tanklar geçiyor, siren sesleri falan. Sonra derken Erdoğan'ın facetime üzerinden halkı sokağa çağırması. Ah ne de güzel, sıçtık da ne kadar sıçtık endişesi başladı içimizde. En iyisi evlere dağılalım dedik.
Uyunur mu? Mümkün değil. Hele ki eviniz E5'in tam yamacındaysa demek ki darbe zamanlarında tüm olaya hakim olmanız daha kolaymış.
1980'de 1 yaşındaydım. Allah var hatırlamıyorum. Anılarından dinlediğim olayla alakası yok ama TRT'li sarışın bir abla kalkıp Yurtta Sulh Komitesinden bahsediyor ya... Laiklik vurgusu falan. Durumlar bir enteresan.
Hop bayraklı milli irade sokaklara dökülmeye başlıyor. Sahip çıkılacak demokrasiye, biz de ise tedirgin bekleyiş tamam. Trafiğe kapalı olması geren E5 insan seli (200 kişi falan) bu naçizane 'insan'lar tekbir getirerek yürüyorlar (sanki Allahın başı belada onu kurtaracaklar tam ayamıyoruz - sorry) Bir de her yerden yükselen ezan sesleri, hocalar daha bir şevkle okuyor maşallah. Bir istiklal savaşındayız.
Gece 3 e yakın bir patlama sesiyle yerimizden zıplıyoruz. Noluyor lan? Bize de bir şey olur mu acaba... Saçmalama... Gece 5e doğru tekrar bir sarsıntı. Artık uzman olmuşuz, ya ses şeysidir ya da çok alçaktan uçuyorlar ondan vs. Bir elimizde tv kumandası bir elimizde cep telefonu, bir açılıp bir kapanan sonra tekrar ele geçirilen tv kanalları eşliğinde, tuhaf tuhaf yorumlar okuyup dinliyoruz.

Öyle sızmışım, sanırım 6ya doğru.

İçimde sabah (ki aslında zaten sabah) neye uyanacağımın endişesi. Çünkü evet gerçekten geri zekalıyım. Gerçekleri insanın ne kadar 'gözüne' soksalar da bir umut iyi bir şey olur mu acaba beklentisi.
Biri şaka dese, bir kabus olsa da biz bunları hiç yaşamamış olsak çarpıntısıyla gözlerimi kapatıp, yalandan bir darbenin kurmaca ülkesinde Shakespeare'in bile yazmaya gücünün yetmeyeceği bir oyunun son perdesine gözlerimi açtım.
Linç fotoğrafları. Darbe olsa daha kötü olurdu diyerek kendimi avutmaya çalışırken bir yandan da ...'in ileri demokrasisinde bu insan bozuntularıyla mı yaşayacağım. Halbuki ben Darwin'in evriminin son halkasıydım hani. Sanatla kültürle falan uğraşan ve gelişimi devam eden. Hani? Nerde? E peki o zaman bunlar ne? diyesi geliyor insanın.

Şimdi bir adım çekileyim ve bu külliyen insalığa ve dünyaya zarar ülkeyi atom bombasıyla yok etsinler. Annemler de ölsün, tüm akrabalarım da ben de... işte tüm sevdiklerimizle geberip gidelim ben fitim. Yeter ki bu barbarlar da bitsinler, gitsinler diye.

Geçen gün kuzenim çok güzel bir yorum yazmıştı, aklımda kaldığı kadarıyla süper kahramanları olmayan bir aksiyon filminde gibiyiz demişti. Ne yazık ki patlıyoruz, parçalanıyoruz bizi kimse kurtarmıyor... minvalinde.
Bir de canavarlar gerçek bu dünyada ne yazık ki. Şimdi sizinle tek tek resimleri paylaşmaktan vaz geçtiğim için, ağzı köpüren, tükürükler saçan, nefretle bakan, böyle pis yüzlü dişi ve erkek ve çocuk canavarlar. Bir daha onları geri kazanmanın mümkün olmadığı bir ülkede o kadar çok kalabalıklar ki. Ve hayır cahil değiller ve hayır kandırılmamışlar ve hayır kimsenin kuklası falan değil hikaye. Kötüler işte. İçine  doğdukları içinde büyüttükleri ve arkalarından getirecekleri şey külliyen kötü adi ve onursuz. Kadınlarına tecavüz edenler, çocuklarını istismar edenler, insanlırın boğazını kesenler, hırsızları destekleyenler, hırsızlar, rüşvetçiler, çıkarlarına göre davrananlar, doğruya yüzünü ters dönenler, gerçekleri görmezden gelenler, korkaklar, dönekler işte külliyen yüzde elliler, yazar takımlarıyla, entelleriyle, politikacılarıyla... inanmadığım allaha tek duam, tez zamanda gebersinler.


Not: Tek adamın elinde ülkenin içine sıçılıyor, fakir fukara işsiz güçsüz magandalarda bir bayram havası
bkz.türkiye

Kızgınlığım geçmiyor...

Not: Bu ülkede sosyalizm falan istemiyorum ben bundan sonra. Bu insanlara mı sosyalizm, eşit haklar, adalet, demokrasi, hizmet vs. Bu insanlar için mi... Devrimciler gidip Paraguay'da savaşsın. Burası da yansın kül olsun beter olsun inşallah. Vahşi kapitalizmin cehennemde iyice parçalanalım. Sermaye emek çelişkisiymiş. Önceden gominist anarşik düşmanı gerzekler, sonra demohrat laiğ düşmanı oldular, aslında külliyen insalık düşmanılar da, ben de kalkıp onların haklarını mı savunacağım. Maden altında kalıp kalkıp ona oy vermeden, uzun için böğürerek sokağa çıkmadan önce düşünecektiler. Kimseye açacak kapım, uzatacak elim, kimse için mücadele edecek ruhi haliyem kalmadı benim.

Bitmiyor içimde nefret ve öfke. Onların sokaklara akın ettiklerini gördüm ya. O durmayan siren sesleri falan duyuldu ya.

2002'den beri sosyo ekonomik kültürel ve insanlık açısından neleri kaybettiğimizi saymayacağım ama, o kadar olaya rağmen gıkını çıkarmayan bu iradeye, bir adamın sözüyle sokağa çıkan pavlovun tüm köpeklerine lanet olsun.





18 Mart 2016 Cuma

13 Mart Ankara Katliamı ve Bugün

kürt hareketinin meşruiyetini tehlikeye sokacak eylemlerden ve bu kadar hassas bir dönemde bilhassa açıklamalardan özenle uzak durması gerektiği tartışılmaz bir gerçek

sokaklarda eylemlerde evimizde insanlarla fikirlerimizi paylaşırken ilkesel olarak ilk önce 'barış' üzerine inşa edilmiş bir yapı ve bu yapının savunucuları bir çok zorlukla dikkatlice baş etmeye çalışırken geçen gün Karasu'nun yaptığı açıklamaları talihsiz buluyorum

Bu asla topyekun bir reddetme durumu değildir. Tabii ki aylardır (on yıllara hiç girmeden) bu ülke toprakları üzerinde kürt bölgesinde yaşananların tarifi ve açıklaması olamaz. İçimiz canımız yana yana izlediğimiz, uzaktan da olsa sürece dahil olmaya çalıştığımız ama devletin pervasız katliamlarına devam ettiği, evlerin yakılıp yıkıldığı, bölgenin asıl halkından arındırıldığı sivil halkın öldürüldüğü, zaman zaman öldürülmekten beter edildiği, tüm ülke genelinde faşist baskıların ayyuka çıktığı, operasyonların derinleştiği, ülkenin iki kutba çekildiği ve nefret söyleminin başkanlık hedefi altında derinleştiği bu süreç hak ettiği tepkiyi bilhassa batıdan kesinlikle bulamadı.
Bunun sosyolojik nedenleri altında yatan 'mantıklı' açıklamaların hepsini reddederek, ölüm direkt olarak kapımıza gelene kadar komşunun katli vaciptir umursamazlığını algılayabilecek bir geleneği de kabul edilmez buluyorum.
Bu konuyla ilgili çok değerli aydınlar çok güzel yazılar yazdılar.

Olayın diğer tarafında ise Karasu'nun 13 Mart Ankara Katliamının aslında çevik kuvvet ekiplerini hedef aldığı dair yaptığı açıklama ile dün TAK'ın bu eylemi sahiplenmesi arasındaki boşlukları tedirginlikle dinledik. Genel prensipler istisnai durumları tanımlarken bu alt hareketlerin çerçevenin bütününü bozmamayı temel alması gerekmez mi?  

Keza devrimci ahlak arkasında duramayacağın eylemlik yapmamayı ve en sert özeleştiriyi vermeyi gerektiren prensipler bütünüdür. Kısa bir süreliğine de olsa bu mücadele içinde varolmuş, mücadeleye değmiş herkes bunu bilir. Hayatını dağlarda kamplarda bu mücadeleye adamış insanların bunu göz ardı etmiş olmasını düşünmek dahi istemiyorum.

Ankara katliamı bir savaş durumu değildir. Bununla ilgili en ufak bir tartışma içine girmeden, sivil halka yönelik yapılan tüm şiddet eylemlerini, bölgede yapılan tüm şiddet eylemleri ile aynı oranda kınıyorum ve lanetliyorum. Bu yaşananlarla ilgili tereddüt içeren hiçbir açıklama, nereden gelirse gelsin kabul edilemez. Tereddüt, tek başına kendisi, gittikçe derinleşen nefretin yayılmasına ve ne yazık ki iki taraf arasında kapanmaz  yaralar açılmasına neden olmaktan başka 'yarar' sağlamayacaktır. Bu can yakan sürecin bugün en çok canı yanan kesime zarar vereceği/verdiği de inkar edilemez.

On yıllardır süre gelen devrimci mücadele kürt hareketiyle ortaklaşarak bugün geldiği noktada büyük kayıplar vermiştir ancak  diğer taraftan verilen bu mücadelenin ve kaybedilen yüzlerce binlerce insanın bugün bir kazanıma dönüştürdüğü, sivilleşme hareketi, legal siyaset ile barış sürecine yaptığı katkılar da tartışılmazdır. Toplumun kemikleşmiş ön yargılarının çatırdamaya başladığına hepimiz şahit olduk. Herkesin çok iyi bildiği örneklere hiç değinmeyeceğim. Ve bugün gelinen bu noktanın risk edilebilir olmasını, yok sayılmasını da asla kabul etmiyorum.

Bu sebeple geçen günlerde Demirtaş'ın yaptığı açıklamaları halen bu topraklarda barışın sağlanması adına çok değerli bulup, anlaşılabilir bir dağınıklığa sahip kürt hareketini belli noktalarda eleştiriyorum.

Katliam kültüründen bu kadar müzdarip bir halkın tüm temsilcilerinin intikam politikasından uzak, barış dolu bir gelecekten asla vazgeçmeyecekleri bir duruş beklemenin en meşru hakkımız olduğuna inanarak, eğer bir şeyler değişecek ise bunun inadına Hdp ile olacağını, tüm anti propagandaya rağmen, farklı bağlantıların tüm yersiz açıklamalarına rağmen on yıllardır bu ülkede buna en yaklaşan hareketin bu toplumsal hareket olduğuna inancımı inatla devam ettireceğim. Nitekim tüm parti yetkililerinin hem basına açık, hem kendi özel hesaplarından yaptıkları açıklamalar da bu doğrultudadır.

galeyana gelmediğiniz, bilgiye her yönüyle ulaşabildiğiniz, ön yargısız, sevgi dolu aydınlık günler dileğiyle


1 Mart 2016 Salı

şeytanın bacağını kırdık mı akademi ödülleri

Ödül törenini izlemedim hatta filmleri bile tamamlayamadım... Sinema adına benim için sığır gibi geçen bir senenin sonunda Leonardo en sonunda Akademi ödülüyle kucaklaştı.

Bazı bazı acaba uğursuzluk bende miydi diye düşünmedim değil. Her sene heyecanla takip ettiğim ödül töreninden sonra, adamcağızın kazanması benim mevzuyla en alakasız olduğum seneye denk gelince insanın aklına milyon şey geliyor ya neysee...

Şöyle bir geçmişe bakalım;

1997 yılında Titanic 11 dalda kazandığı Oscar ödülüyle Ben-Hur'u egale etmişti (enteresan biçimde akademiciler 1912 yılında o gemiyi kendileri batırmış gibi kefaret ödediler?!?!) ve Leo o sene aday bile gösterilmemişti.
Sanırım lanet tam da o seneye denk geldi. Ciddiye alınmama, iki eliyle kuş tutsa da 'Oscar alamadıkiiii' şakaları vs.

Halbuki Leo 1994 yılında, What's Eating Gilbert Grape 'deki Amie Grape rolüyle henüz 19 yaşındayken (en genç adaylıklardan biriydi) en iyi yrd oyuncu dalında Oscar ödülüne aday gösterilmişti. Rolüyle engelli bir çocuğa hayat veren Leo bu ödülü The Fugitive 'deki rolüyle Tommy Lee Jones'a kaptırmıştı ve ben çok yıl sonra filmi tekrar izlediğimde geleneksel böğür yanmasıyla 'ayıp etmişler' hissine kapılmıştım (yiğidi öldür - hakkını yeme)
Bundan neredeyse 11 yıl sonra 2004 yılında Scorsese'nin The Aviator filmindeki rolüyle bu sefer en iyi erkek oyuncu rolüyle adaylık kazanmış ve bu ödülü Ray 'deki performansıyla Jamie Foxx'a kaptırmıştı (burada pek yorum yapmıyorum çünkü hala Ray filmini bilinmeyen bir nedenden dolayı izlemedim pek de izlemeyi düşünmüyorum) - *bilinçisiz ön yargı sendromu
Sonra sırasıyla;
2007 yılında Edward Zwick 'in Blood Diamond filmindeki rolüyle kazandığı adaylığa rağmen ödülü The Last King of Scotland 'daki muhteşem oyunculuğu ile Forest Whitaker 'a
2013 Yılında yine Scorsese 'nin yönettiği The Wolf of Wall Street 'deki adaylığına rağmen, ödülü sevgiyle andığımız Dallas Buyers Club'daki rolüyle Matthew McConaughey 'e kaptırmıştı
(bir tane de yapımcılık adaylığı var onu es geçiyorum)

Bunun yanında şimdi çok iyi performans gösterip de aday olamadığı bir kaç performansından bahsetmek istiyorum...

1995 Basketball Diaries
2002 Catch Me If You Can
2007 Departed
2010 Shutter Island
2010 Inception (burada biraz da filme kıyak geçiyorum sorry)
2012 kısa ve öz rolüyle Django Unchained

Şahsi kanaatim Cathc Me If You Can ile Oscar'ı alırdı - kesin bilgi...Bakınız aday bile olamadığı o sene kim almış... 
The Pianist 'deki ağlak performansı ile ağzına kürekle vurma hissi uyandıran Adrian Brody

Shutter Island 'ın hiçbir alanda adaylığı yok (sanırım regülasyonla ilgili bir durumdu) o sene yine kusma hissi yaratan acitasyonu ile Kathrin Bigelow saçmalığı Hurt Locker en iyi film ve en iyi erkek oyuncu ödülünü ise hakkıyla Jeff Bridges (Crazy Heart)

2011 Yılında gereksiz film King's Speech 'deki iyi performansıyla Colin Firth
2012 yılı için ağzımı açmam zaten, Lincoln ile Daniel Day Lewis (kendisi aynı zamanda rekortmendir)

Toparlıyorum, demem o ki, şu ödülü verelim de artık şu lanet bitsin... olmuş.
Cancağızımın yüzü de biraz gülsün olmuş
Olmamış

Film iyiydi ama performansı filmin üstünde değildi
Fiziksel olarak zorlanmış olabilir, ancak bu tek başına iyi bir performans anlamına gelmez...tabii bence...

Veya yemişim akademiyi deyip geçebiliriz tabii

Şimdi kısaca diğerlerine bakarsak eğer;

İzlediklerimden;

Bridge of Spies 'daki gerçekçi performansı ile Mark Rylance (En iyi yrd erkek)
Herkesin beklediği ama benim o kadar da üstün bulmadığım performansı ile Alicia Vikander (en iyi yrd kadın - The Danish Girl)
Innaritu en iyi yönetmen (ki üst üste 2. ödülü oluyor kendinin - ben de verdim gitti)
En hakkıyla giden ödül değerinde olan en iyi sinematografi alanında (the revanant ) Emmanuel Lubezki (olağanüstü)
Teknik -  Kostüm - Ses gibi alanlarda (toplam 6 dalda) aldığı ödüllerini onayladığım :D Madmax
En iyi şarkı Sam Smith'li Writing On The Wall (bu da okeydir)

Leo'nun güzel çevreci konuşması, Kate'in dolan gözleri... Ayrıca onur ödülü almasına rağmen ırkçılık protestolarının gölgesinde düzenlenen Akademi ödül törenine katılmayan Spike Lee vs.

Sevgiler

15 Aralık 2015 Salı

Abluka Cumhuriyeti


bir varmış bir yokmuş
evvel zaman içinde kalbur saman içinde iki kıtanın arasında köprü vazifesi gören bir ülke varmış ve 
bu ülkenin insanları çalışkanmış, zekiymiş hatta her ahvalde yurtta ve cihanda barışın koruyucusuymuş...

sonra kötü kalpli kral gelmiş

sur
nusaybin
cizre
yüksekova
silvan
lice
silopi
bismil
hani
yenişehir
dicle
hazro
dargeçit
derik
varto
sason
arıcak

gibi 17 ilçede 4 ay boyunca 52 kez sokağa çıkma yasağı ilan etmiş

kırmış yakmış biçmiş öldürmüş katletmiş mahvetmiş ve tüm kötü fiillerin hepsini yapmış etmiş

kötü kalpli kral bu tabii, kötülüğün sınırı yok.

zavallı masum halkı da kralın o güçlü büyüsü ile buna sağır olmuş, kör olmuş... pek yazık

yoksa bu halkın sıfatları hep iyidir, hatta en iyisidir vs.

...

masal olsaydı sanırım böyle olurdu

kahraman prens gelir ülkeyi alnından öper koca bir halkı uyandırır, sonra da kötü kralın bütün pisliklerini pazara çıkartır, sonra da sonsuza kadar mutlu mesut yaşarlardı...

ama daha çok şöyle oluyor ki hepimizin şahitliğinde;

acil 'kurtarma' planını göre; ilk önce çocukları sonra kadınları sonra yaşlıları vurdular...sonra babalarımızı, oğullarımızı, abilerimizi...

kaçış yok izledik

belgesellerle tanıklık yaptığımız çocukluğumuz katliamları gibi değil, hepimiz eşek kadarız maşallah

duyduk, gördük, sustuk

şimdi yeni sıfatlarıyla donatılmış bir and yazmak değil amacımız tabii

gidip ölelim de demiyorum, az ses çıkartalım yeter

veya eşek geldik eşek gideriz de başka bir seçenek

öyle de mis gibi yaşayıp ölürüz, hiçbir acıdan da ruh yanmaz nasılsa

...

sonra gökten üç elma düştü, silvan'a cizre'ye sur'a mesela, istanbul'a daha çok var rahatlığında, aynı tas aynı hamam...



http://www.birgun.net/haber-detay/17-ilcede-4-ayda-52-kez-sokaga-cikma-yasagi-ilan-edildi-97730.html



16 Kasım 2015 Pazartesi

suruçtan parise / tarihten bugüne Din Bu

milli dini cinsel mezhepsel vs. fobiye karşı bir insan olarak
tüm müslümanların terörist olmadığını içtenlikle söyleyebilirim.
ancak neredeyse tüm teröristlerin müslüman olmasının nedenselliği üzerinde de durmak lazım
şimdi miladi takvime göre hristiyan coğrafyasının ortaçağının hicri takvime göre müslümanların bugününe denk gelme olasılıkları konuşulabilir
aydınlığın kaçınılmaz olarak en karanlıktan çıkacağı sempatisi de bir kenarda durabilir
bu islami fanatikliğin komünizm karşıtı batı endeksli olarak güdümlendiği, desteklendiği de tarihsel bir gerçek
çatışma durumundan nemalanan bir ortadoğu petrol pazarı, bölgesel hakimiyet tiyatrosu, birbiri ardına dizilmiş diktatörlerden nemalanan batı hegemonyası, silah tüccarları falan derken dışarıya bağımlı krallıklar, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu edasında kraliyet mensuplarının hayatları, fuhuş gırla, suç gırla, beynine tecavüz edilmiş koca bir coğrafya, ne vardıkları yere benzeyen, ne ayrıldıkları yere dönebilen arada sıkışmış, bir şey olamamış yani olamamış koca bir güruh.
en büyük dayanakları şehitlik mertebesi. içine sıçılmış müslüman dünyasındaki üç kuruşluk yaşamları hep ölümün kıyısındaysa bu dünyada kalmak için hiçbir nedeni olmayan baştan kaybetmişler, diğer dünyada cennete varmakla kurtuluşu arayanlar onlar.
daha biri olamamışlar ki tüm insanlığı nasıl kapsasınlar, biz öldük siz de öleceksiniz intikamcıları, yani başka bir deyişle yaşayan ölüler, zombiler
gibi durumlar bir tarafta


diğer tarafta ise... ateizm övgüsü olacağı için yazıya devam etmekten vazgeçmişlik var...


#suruç #ankara #paris #beyrut