31 Ağustos 2014 Pazar

seyahat öncesi

Haberler iyi. Biraz daha iyiyim. Sonra bir gün daha iyi. Sonra iyi ve muhteşeme hızlı bir geçiş olmayacağını kim iddia edebilir ki :)
Yeni bir yer keşfettim.
Sonra hayatımdaki hemen hemen en güzel adana kebabı da orada yedim (kesin bilgi)
-Ha bu arada beraber gittiğimiz arkadaşların ikisinin de daha önceden oraya defalarca gitmiş olması (Aaa biz burayı biliyorduk..lar) komikti.
Yusuf Usta'nın Yeri. Suadiye. Koşarak gidin. Bir de öylesine bir mahalle arasında, böyle merdivenlerden aşağı inerek içeri varıyorsunuz. Salaş bir salon. Hizmet çok iyi. Çiğköftesi enfes. Kendi şalgamlarını yapıyorlar. Acıyı sonradan katıyorlar. Türk kahveleri de çok telveli. İnce bir rakı ile şahane gitti, gidin.

Neyse sonra canlı müziğimiz gelince hops Monk. Mary Jane diye bir grup. Yol Project'in çıkmamasının verdiği tedirginlikle, ilk önce oturup bir kaç nesil Leo'ların hepsini masamızda ağırladık. Sonra hızlandırılmış bir tekila ve cinfiz ve votka :) zıplayarak dans falan filan, gece kazasız bitti..

Sabah kahvaltısında, rüzgarlı bir bahçede mide gurultumun eşliğinde harika bir salçalı biberli sosis yedim. Hala iddia ederim ki, uzun zamandır yediklerimin en güzeliydi veya tüm yediklerimin, kendisine teşekkür ederim. Çok tatlı.
Sonra da koşarak eve gelmeler, bavul hazırlamalar, ilacımı kaybetmişim gerginlikleri, bardak bardak soğuk sular. Uçak düşmeyecek totemleri. Her şey çok güzel olacak ile, allahım ölmesem de yeter arasında sıkışmalar. Ay daha yazılacak bir kitabım vardı, ölmeyeydim iyiydi sanrıları.
Neyse şu an içimde bir his var ki, uçak düşmeyecek. Hani tanrı bu, işi belli olmaz, yine bir ters köşe falan. Neyse büyük cümleler kurmayalım. Onun benle alakalı daha başka planları olduğunu, hemen öldürmeyeceğini, küçük küçük süründüreceğini düşünmekteyim. Hastasıyım.
O yüzden bu sefer kimseyle helalleşmiyorum. Bekleyin. Eşekler gibi geri geleceğim.
13 senedir gitmediğim dünya güzeli bir memlekete, Almanya'ya gitmekteyim. Eğitimler, yemekler, falan bir yana. Biralar biralar içeceğim. Sonra da yeni yeni kayıplarım ve kazançlarımla (kayıplar maddi manada) kazançlar, komik hikayeler faso fiso..

Şimdilik gidiyorum

Hoşçakalın, kendinize iyi davranın.

29 Ağustos 2014 Cuma

erki tarz

Artık fotograflara baktığımızda, vay birbirlerine ne de güzel bakıyorlar, ne de güzel seviyorlar devri kapandı. Dakikaya o kadar çok kare sığdırıyoruz ki, herkesin iyi baktığı bir anı yakalamak mümkün. Yani herkes saniyenin binde bilmem kaçında en azından 1 kere herhangi birini seviyor ve güzel bakıyor olabilir.
Demek ki ihtiyaç bu. Çünkü devir yalnızca bunu karşılıyor. Demek ki eskisinden bir yorulmuşluk, bıkmışlık söz konusu. Demek ki bazı bazı eskisinin işe yaramadığını düşündü insanoğlu. E tabii insanoğluna da bu farkındalık yakışırdı.
Şöyle bir çelişki söz konusu tabii. İnsan mı fotoğraftan çıkıyor, fotoğraf mı insandan anlamak biraz güç. Hikayelerini, binlercesinin paylaşıldığı sosyal medyadan takip ettiğimiz bir yakinimizi gerçek hayattaki haliyle hatırlayamayacağız gibi.
İnsanlar ya facebook sayfalarına benzetmeye çalışıyorlar hayatlarını.
Ya da hayatları zaten yalnızca facebook sayfası... gibi.
Neyse illa ki eleştirmek için demiyorum.
Zaten binlerce kalem de yazsa tarih yine kendi akışını sürdürecek.
Kimine göre bu halihazırda bir devrim. Kimine göre mesela kendini ifade etme biçimi. Kaçınılmaz olan yani.

Ben de mormon değilim halihazırda. Merak etmeyin.

Ve benim çocukluğuma ve gençliğime dair fotoğraf albümlerim var.

Sonra son yıllarda hemen hemen tüm anılarımın dijital ortamda olduğunu fark ettim.
Sonra son aylara ait bir kaç fotoğraf buldum tabii. Kağıt baskı :)
Mesela Mayıs ayında bir düğün fotoğrafı.
Birbirlerinin gözünün içine bakan insanlar. Şöyle gözlerimi kıstım, fotoğrafı iyice yaklaştırdım yüzüme.
İki insan birbirini gerçekten seviyorsa bunu bir kağıt fotoğrafta görebilirim diye düşünüyorum ya ben hani.
Burada kalsın.
...

İleriki yıllarda yüzünüzde içten bir gülümsemeyle hatırlamak istediğiniz şeyler varsa, bence, bir fotoğraf makinanız olsun. Evet daha pahalı.
Sonra en güzel çıktığınız kareyi değil en mutlu olduğunuz anı yakalamaya çalışın. Anı kaybetmeden tabii.
Şimdi değil ama doğru zaman geldiğinde.
Yani tek başınıza kaldığınızda veya torununuza falan birini, bir anı anlatmaya çalıştığınızda göreceksiniz.
Film şeridi gibi dökülen binlerce on binlerce sıralanmış dijital kareler değil ama ucu yanmış yıpranmış bir fotoğraf asılınız.
Hatırlarken daha mutlu olacaksınız.




28 Ağustos 2014 Perşembe

yareppime dua

"futbol 90 dakika süren ve sonunda Almanların kazandığı bir oyundur"

Panik yapmayın. Biliyorum ki Arsenal (arsınıl, spikerin deyimiyle) bir İngiliz takımı!

Ama kabul edin, cümle güzel :)


Eş dost oturup izledik, az kavga ve gerginlik de oldu masada. Varsın olsun çok da fifi.
Neyse sorun o değil, sorun muazzam futboluna rağmen sanırım benim gudubetliğimden beşiktaşın maçı kaybetmesi. Aslında herkesin tahmin edeceği üzere sorun, benim gudubetliğim ki, masadan wc için kalktığım tek an, gole en yaklaştığımız anmış, öyle dediler.
Çok içerledim.
Sonra kız kısmı totem bile yaptı (ekrana bakmama totemi). Ben koptum. Bir de fotoladım (yanda), onların o mantıklı hallerini. Ama totem tuttu.
Sonuç: maç yattı.

Olur öyle deyip geçiyorum şimdilik. Yani hayat bu, aynı maç gibi. Biri kaybedecek, biri kazanacak. Ahaha şaka la şaka, ben ilke.
Öyle olumcul bir insan değilim. (kelimeyi şimdi uydurdum)

Son bir-bir buçuk aydır başımın üstünde üç beş karabulut dolanıyor. Ben de yukarıdakinin bildiği bir şey var herhalde veya ahanda sen bunları bok bok yaşadın ama sana kocaman bir sürprizim var, durumları falan umuyorum. 
Henüz tık yok. Ama öldürmedi de, allah var :) 
Bekliyoruz.

Bu hani X-Men'de (tam öyle bir karakter olmasa da) dokunduğu her şeyin  yaşam enerjisini çeken Rogue gibiyim, benim ki çok havalı değil, ama saçımın bir tutamını beyaza boyatırsam belki. 

Biri ben böyle deyince bana çok kızıyor biliyorum. Sen kendini o moda sokuyorsun, deyip hatta benim ona yaşam enerjisi verdiğimi bile iddia ediyor. Yalan. Ama tatlı yalan. Kabul ediyorum.

Bağlıyorum.
Uçak düşmesin.
Sürpriz bu olmasın lütfen, ayıp olur.
Sözüm söz:
Yeminle dolu içki alacağım ve herkesle paylaşacağım (ama kokteylleri ben yapmayacağım) bkz.yasemin
Almanya'da eğitimden ve işten arda kalan zamanlarda eşek yüküyle bira içeçeğim.
Bir de memlekete dönüşte biraz daha iyi olacak her şey bence.
Yani nolur sağ gösterip sol vurma yareppim.
Ben de Titanik'teki Rose gibi, kendi yatağımda 100 milyor yaşında, uyurken öliveriyiim.
Olmaz mı?
Olur diyorsan da bir işaret çak artık, içim az rahat etsin.
Şimdiden sağol!

Bu arada masamıza iştirak eden erkeklerin neredeyse hiçbirinin maçla ilgisi yoktu. Ve ben yasemin'i ilk defa bu kadar beşiktaşlı, elvanı da her zamanki gibi aşırı heyecanlı gördüm!

27 Ağustos 2014 Çarşamba

:)

meteoroloji adamları bağırıyor, tekrar mevsim normallerinin üstüne çıkacak sıcaklar.
yani havalar bu ara çok sıcaklar. olsun.
ve bugün bizim takımın maçı var. eskiden nutku tutuk izlerdim maçları ben. artık değil.
sanırım maç izlemekten de kendi takımımdan da soğumuşum.
yani eskiden çok sevdiğim şeylerin  tadı bozulmuş gibi. bu da geçecek.
bir de çok sevdiğim insanlar var hayatta, ve de neyse ki.
bir de beşiktaşlıyım ya ben hani, şu 35lik hayatımda kendi takımıma en uzak noktadayım.
neyse bugün biraz iyi haber aldım, biraz da arkadaşlarla alışık olduğumuz tarzda kadıköy sokaklarında rakı içerken maç izleyelim.
ve
biyopsi sonucum da temiz çıktı zaten :) hani oldu ya beşiktaş yenildi, biz de sağlığa içeriz su sefer.


26 Ağustos 2014 Salı

pazartesi kaçamağı

dün tam bir mesai kaçağıydım. küçük bir pürüz ortadan kaldırıldıktan sonra kutlamacalar olarak, yeni yerler keşfetme adına beylerbeyine doğru yola çıktık. altımızda araba olduğundan kaynaklı ve alınacak kesin alkol tesiri altında dönüşü çok geç yapmamamız gerektiğini konuşuyoruz. yalan oldu.
neyse daha önce gittiğimiz yerleri geçerek beylerbeyinde doğa balık'a kadar gittik, otoparktan içeri girerken hala tereddütlü, biz yalnızca bir bakıp çıkacağızlar kendini, denizin neredeyse üstüne konmuş olan masayı görmemizle birlikte, biz burada içerize bıraktı. İçtik de.
ben 50lik istedim, yok dediler, 35lik de anlaştık tabii.
masaya 70lik geldi, bitti, üzerine de yolluk tabi duble olarak.
kaç saat içtik ve kaç saat konuştuk bilmiyorum. sarhoş olmamıza engel önümüzdeki manzara mıydı, hafif esen meltem mi, konuşacak dolu konumunuzun olması mı, yoksa biz hali hazırda sarhoştuk da :) haberimiz mi yoktu, bilmiyorum. ama uzun zamandır geçen en güzel pazartesiydi, kesin bilgi.

ha bugün hiç sorun yaşamadan sabah uyandım, zorlu centerın içinde sabahın erken saatine inat açıldığını öğrendiğim pastaneden poğaçamı aldım, ve portakal suyumu ve koşarak geldim buralara. hoş sabah toplanmacaları, önümüzdeki hafta Almanya'ya yapılacak olan iş seyahati öncesindeki son pürüzler, Uri'yle birlikte küçük planlar peşinde koşup, yalnızca Marl bölgesinde kaç tane tren istasyonu olduğunu çözemeyip, seyahatimizin ilk gününü keşif günü olarak ayırmaya karar verdik. Almanya ile ilgili daha detaylı yazılar haftaya gelecek hiiiç merak etmeyin (tabii uçak düşmezse).

ha bir de eve geldiğimizde süper kupa penaltılara kalmıştı. penaltılar ayakta izlendi.
ben tarafından değil, ben baya baya kanepede cafe creme içiyordum, gözlerim kapalı
sanırım kupayı fenerbahçe aldı, tebrik ederim.
ama ben penaltılara kalan hiçbir galibiyeti sevmiyorum.

**beylerbeyinde doğabalık'a gidin, ama yalnızca bir tane şahane masaları var. o da küçücük balkonda olan gölgedeki tek masa. yani içeride oturduğunuzda da tam boy camı olduğu gibi açtıkları için yine dışarıda gibi hissediyor olabilirsiniz (bu seçenek). Avrupa yakasının yolun diğer tarafında kalan uzak deniz manzaralı bir çok balıkçısına göre kat be kat tercih edilir ama bence eğer bir gün gidecekseniz, direkt o masayı talep edin. bu arada hava karardıkça bir o kadar güzelleşiyor önünüzdeki manzara. servisleri de çok iyi, mezeleri de. kış gelmeden koşarak gidin.

25 Ağustos 2014 Pazartesi

ya da

çoğu zaman hafta sonunu iple çeker insan.
ben artık pek değil.
bir de pazarlardan nefret eder çoğu insan
ben artık pek değil ( bunu daha sonraki bir yazımda uzun uzun yazacağım)

cuma akşam saat 5 30'a doğru hala programın tam belli olmadığı bir hafta sonuna sürüklenmek üzereykene, uzun zamandır ilk defa rezervasyonsuz olarak risk alıp Victor Levi'ye doğru yol aldık. Hedef bir iki kadeh şarap içip muhabbet etmekti tabii... ama bakmayın siz, balkon kısmında son kalan masa şans eseri tarafımızca kapıldıktan sonra biz toplamda yalnızca 3 şişe şarap yuvarladık. Hatta masadaki arkadaşlar son gelen şişe hakkında hiçbir bilgilerinin olmadığını gayet açıktan ifade ettiler. Tabii kime ne!
Neyse güzel muhabbet, yıldızlı gece, hafif bir müzik arka fonda falan derken, masadaki özellikle erkek kısımlarını shaft'a gidip tekila içmeye ikna edemedim.
Herkesler yaşlanmışlar ! (tam gaz)
Neyse sonra biz de geleneksel asker tıkınma harekatına geçtik (bunu yalnızca anadolu yakası okuyucusu anlayacak) uzun zamandır hasretinden prangalar eskittiğim sandiviçimi tabii ki tek lokmada mideme indirmedim ama baya teğet geçtim :)
cumartesi günü geleneksel olmaktan (yalnızca benim için bir süredir) çıkan havuz eğlencelerine katılmamam için tabii ki artık hiçbir neden yoktu. Duyan gelmiş, gelmeyenler paparayı yediler zaten :) neyse mojitodan bozma dünyanın en şeker kağıt bardaklarıyla ikram edilen kokteyller falan derken, benusen'de yapılan akşam için rakı balık rezervasyonu kendini, iyi bir film bul da şöyle ayaklarımızı uzatarak izleyelimlere devirdi.
sakin ve hoş ve dinlenceli ama alkollü bir hafta sonu.
pazar günü yalnızca bana ve kısmi olarak kızlara aitti. biraz dizi biraz kahve dedikodu biraz güzel haberler özlenen arkadaşların dönüş yolunda oldukları haberleri falan derken ... koca bir haftasonu öylesine geçti.

sonra şöyle bir düşündüm de eskiden ne çok yazarmışım komiklikli günlerimi.. şöyle bir geriye dönüp bakınca aylardır sanki bir sessizlik...
neyse bu sıralar çoğu cümleler yarım biraz.

geçenlerde tanıştığım bir adam, bana huzur bulmakla mutlu olmak arasındaki farktan bahsetti. huzur bulmak kolay değildir ve stabildir dedi, mutlu olmak geçicidir çünkü hep bir şeyin peşinden koşar ve hiç doymaz insan, dedi, zor olan huzur bulmaktır, huzur bir vazgeçebilme halidir, dedi.
masada saatlerce süren dırdırlanmamı tahmin edebilirsiniz. bence hepsi bir şekil mutlu olabilmenin tuhaf versiyonları ya bunu çok açmak istemiyorum.
derdim yalnızca kötü hissetmemekle ilgili.bunu bir yabancıya tabii ki söylemedim.
size söylüyorum.
şu an bir haldeyim. ismin herhangi bir hali.
şu an bir haldeyim ve ona göre aldığım her aksiyon beni olduğum halden  daha iyi yapmak için olmalı.
ben insanın vazgeçmiş halinden nefret ettiğimi o gün kimseye söylemedim tabii.
stabil bir huzur peşinde olmadığımı da.
şimdi hayat iki kollu akıyor ya iki yanımdan. ben de böyle dimdik ayakta durmaya, bir çeşit yaşamaya çalışıyorum ya.
üzerime zaman zaman çöken ağırlıktan kurtulmak için.
bazen işe yarıyor.
bazen bana mısın, demiyor.
aynı hayat gibi. kesinlikle durağan değil.

bugün yağmur yağacak diyorlar. arkamdaki pencereden şöyle bir baktım gökyüzüne, haklı olabilirler.
ben yorum yapmıyorum.
ve belki...
belki gerçekten çok mutlu olacağız, belki birazdan çok güzel bir yağmur çiseleyecek, belki hayat  zannedildiği kadar da kötü değil, belki işte ne bileyim tercihlerimizin ağırlığı altında hiçbir zaman ezilmeyeceğiz, belki kış aslında mevsimlerin en güzeli, belki pazarları sevmemin gerçekte hiçbir anlamı yok, belki hayat vazgeçebildiğin ölçüde daha eğlenceli, belki herkes çoktan mutlu olmanın bir halinde, belki zor olan dönüp arkanı gidebilmektir, belki risk almamak çoğu zaman, ve belki işte sen yağmuru beklerken falan veya hep aynı dükkanın önünden geçerken veya aynı şarkıları dinleyip yeni bir anlam çıkarabilecek misin diye bakarken, belki heraklitos ta o zamandan aslında deliymiş, zaman yok, değişim yok, her şey hep aynı falan, bildiğin inandığın öğrendiğin her şey
ya da hakan aysev'in dediği gibi, öyle yüksek bir 'ya da' dersin ki
öbürü susmanın tarihi
ya da
sana aylar önce söylenileni sen yıllar sonra kendin tecrübe edersin.
belki gerçekten mutlu olmayacağız,belki birazdan çok güzel bir yağmur çiselemeyecek, belki hayat zannedildiğinden de daha kötü, ve tercihlerimizin altında sürekli ezileceğiz, ve kış, bazı şeyler olmadığında mevsimlerin en güzeli katiyen değil ve pazarları sevmemin kesinlikle bir anlamı var, belki hayat vazgeçmediğin ölçüde daha değerli ve hiçkimse mutlu olmanın bir halinde falan değil, belki zor alan kalabilmektir, belki risk almak ve çoğu zaman aynı şeyleri yaparken bile farklı bir anlam çıkaramazken insan, heraklitos hiç de deli değilmiş falan, yani aynı nehirde iki kere yıkanamaz insan, demiş ya hani...
ya da

neyse
bugün alışverişe gideceğiz. belki sonra sinemada iyi bir film izleriz..
herkese harika haftalar diliyorum..

21 Ağustos 2014 Perşembe

sohbet

Moda'da, adını İstanbul'un başka bir semtinden-mahallesinden alan Cibalikapı balıkçısındaydık dün. Eş dost arkadaş, başka bir aslan burcunun doğumgünü kutlaması niyetine.
Yine kaç gündür içmiş olmanın verdiği huzursuzlukla geceyi yalnızca 2 kadeh rakıyla kapattım (islam cumhuriyeti kurulduktan sonra bu satırlar aleyhime kullanılacak mı merak etmekteyim)
ama iki kadeh rakının yanında arkadaşımın da söylediği gibi, masada artık ülkeyi değil dünyayı kurtarmaya kadar gitti sohbet.
Biz duyarlı aktif politik gençler falan değildik üstelik, ancak herkesin belli şeylere kafa yormuşluğu var belli. Herkesin belli rahatsızlıkları da, konu konuyu açtı, biz sınırların olmadığı bir dünyadan, teknolojik devrimden, sistemin kendi kendini yemesinden ve yetişen yeni nesilin yaratıcılıktan uzaklığından falan derken, durduk tabii bir anda, baktık çok açılmışız, boğulduk boğulacağız, gülüverdik kendi halimize. Herhalde bir dahaki sohbetler de uzaya fırlayacağız, orayı kurtaracağız diye.
Neyse konunun hepsi mahal neresi olursa aynı oluyor tabii.
Nesil sorunu. Masada, başka başka yerlerden beslenmiş insanlar. Herkesin bir değer biçme, üretme kaygısı var. Herkesin belli bir oranda duyarlılıkları var. Herkesin azlı çoklu umudu var. Nesil ama benim nesilim. 79 ve üzeri (bir çıtır hariç). Biz kendimizi son nesil olarak kabul ederiz. Yalnızca çatapattan, mahalle kavgasından, elişi kağıdın da değil. Neyse o derinliklere şimdi girmeyeceğim.
Masanın karşı tarafında ise Fransız Devrimi ve Aydınlanma. Arkadaşlar sakın ha diyor. Hafif dinliyorum. Biraz komünizmden dem vuruluyor falan. Güzel sohbet.
Fark ediyorum ki, herkes heyecanlı. Nesil farkı. Herkes böyle biraz yüksek biraz vurgulu biraz bilgili konuşuyor. 
Fark ettim ki, tüm o yıkıma ve defalarca tekrarlanan hayal kırıklığına rağmen bazen daha çok konuştukça ve sanırım daha çok kafa yordukça umutlanıyor insan. 
Bazen sizinle konuşabilen insanlarla sohbet etmek lazım. Bazen anlattığınızı anlayacak ve aynı yerden, benzer yerlerden beslenmiş insanlarla birbirinize birşey katmanız lazım.
Bazen ufak bir değişik bakış açısı, küçük bir muhalefet, bir tek kelime size kendinizi iyi hissettirebilir.
Sonra tam o muhabbetin ortasında yanınızdaki sandalyede oturan kişi, tarihin alakasız bir dönemiden bahsederken, şunu hiç biliyor muydunuz, diyebilir. Gülümsersiniz.
Sohbet edin. İyi hissedeceksiniz. Ha bir de Cibalikapı Balıkçısına gidin. Ben sevdim.

20 Ağustos 2014 Çarşamba

hızlandırılmış 2014 dizi bilgilendirmesi, çabuk çabuk

Şimdi bir dokuz aylık dondurulmuş patates kıvamından çıkmanın o buzları eritmenin tam arifesindeyim. maşallah.
eski alışkanlıklar, eski sohbetler, komiklik şakar moduna küçük küçük dönüş... yani keyifler yerine gelip gitme durumları.
yine şunu kaçırdın mı, bunu da gördün mü, yahu o da neydi öylelerle bezenmiş kahve sohbetleri başlayabilir. sonra abuk sahnelere hep beraber kopacağımız sinema seansları da. hayat bazen sen istemesen de güzel olabilir. bir de kimse şımarmasın tabii ama ... neyse vazgeçtim bu başka bir yazının sürpriz hikayesi olacak. şimdilik durdum :)

Şimdi son bir kaç hafta içinde yeni keşfettiğim dizilerle ilgili sizi bilgilendirmek isterim. hepsini izlemesem de ufak tefek fikir sahibi olduklarımdan birkaçı işte şöyle (bu arada herhangi bir sıralamaya göre değil, kafama göre yazıyorum, bilginize) :

Bitten (2014) (TV Series) http://www.imdb.com/title/tt2365946/reference
İkinci sezon onayını çoktan aldı. Fantastik dizileri sevenler tercih edebilir. Ben ilk sezonu, ki 13 bölümden oluşuyor tamamen bitirdim. Ha bana çok beğendin mi diye sorarsanız eğer, hayır. Ama kurt adam-kadın hikayesini sevenler tercih edebilir. Benim için vampirler hep önceliklidir, bilirsiniz.




The Strain (2014) (TV Series) http://www.imdb.com/title/tt2654620/reference
İkinci sezon ve devamı onayını %birmilyon alacaktır. Neden mi, tabii ki bir Guillermo del Toro  hikayesi olduğu için :) Kimdir bu adam (tanımayanlar için), babadır baba... benim için kült sayılabilecek filmografisinden en iyileri mesela şöyle: The Devil's Backbone (2001)  (izlemediyseniz hala yıPan's Labyrinth (2006)  ve sevenleri için The Hobbit: An Unexpected Journey ve Mimic (1997) ler ve Pacific Rim (2013) ler falan filan.
kılın karşımdan) ve Oscar ödüllü
Bir de eğer bu iyi harika çocuk vampir ve aşk hikayelerinden bögh geldiyse koşarak koşarak bir çıkış hikayesi, tamam tabii ki bir Let the Right One In (2008) veya 30 Days of Night (2007) değil :)) ama olsun, o derece başarılı bir kadro, oyunculuk, senaryo ve yönetmenlik... önemli işleriniz olsa bile ara verip buna bir göz atın derim. Vampirleri seven sevmeyen herkes için, harika bir fantastik seri geldi arkadaşlar! İzleyin!

Fargo (2014) (TV Series) http://www.imdb.com/title/tt2802850/reference
Ne diyim ki şimdi bunun üstüne, şu anda yalnızca ilk bölümünü izleyebildim. Hikayeyi zaten bilen bilir. Ama karamizahla falan aranız iyiyse ve gerçekten çok kaliteli birşey izlemek istiyorsanız, hani üzerine gerçekten konuşabileceğiniz ve yer yer asabınızı bozacak bir hikay
e, kaçırmayın. Oyunculuklar hakkında ağzımı açmıyorum bile, bu senenin en iyilerinden bir tanesi kesinlikle. İzleyin!

The Leftovers (2014) (TV Series) http://www.imdb.com/title/tt2699128/reference
Yalnızca tek bölüm izledim ve ikinci sezon onayını aldı. Hiçbir şey bilmeden izlerkene, yahu ben bu diziden neden hiçbir şey anlamıyorum hissi, sahneden sahneye geçiş ve arasındaki kopukluklar, böyle bir gizem, merak uyandırma, merakın yükselmesi ve sDamon Lindelof. Ay yooo hayır olamaz,  Lost (2004)!! Hala travmasını yaşıyorum! Yetti gari. izlemem ben bunu derken, diğer tüm bölümleri de indirdim (henüz izlemedim) nolur böyle FlashForward (2009) (TV Series) falan gibi başarısızlık olmasın. Hani iyi bir giriş olmuş falan diye heyecanlıyım. Hikaye şu: Durduk yere dünya üzerindeki nüfusun %2'si kaybolur ve hikaye 3 yıl sonra kalanların hikayesiyle devam eder.. Söz veremem ama bence şeytanın bacağını kırabilirler. Hope so !
inirin bozulması, orjinal bir hikaye.. allahım bu bir dejavu mu? sonra da ismi görürsünüz. Size önerim o ki, ilk bölüm izlerken benim yaptığım şekil, jeneriği hızla ileri sarmayın :)

Tyrant (2014) (TV Series)  http://www.imdb.com/title/tt2568204/reference
Şimdi Homeland (2011) severler falan şeklinde okudum zaten yaratıcısı olan Gideon Raff ,  Homeland dizisinin yapımcıları arasında (ha unutmadan 24'ün yapımcısının da eli değmiş ve ilk bölümü de Harry Potter'ın yönetmeni olan David Yates yönetmiş). Dizinin puanı da bir hayli yüksek. Baladi diye kurgusal bir ortadoğu ülkesinde geçen politik gerilim.
Amerikadan bu arap coğrafyasına giden bir ailenin hikayesi. Bence kesinlikle şans vermeye değer. Henüz izlemedim ancak tüm bölümlerini indirdim. Oryantalist bir bakışaçısı diye eleştirenler de, olmuş bu dizi diyenler de var. Bence politik dizi severler zaten çoktan keşfetmiştir ve izleyecektir. Ben yine de atlamak istemem. Bence izleyin.

Outlander (2014) (TV Series) http://www.imdb.com/title/tt3006802/reference
Ya şöyle ki buradan isim vererek, hani sen sen sen.. kesin izle demek istiyorum tutuyorum kendimi. Üstüne alınan alındı. Düne kadar yalnızca ilk bölümü gelmişti. Ve ben ilk bölümü izlerken, son beş dakikasında filmi durdurup, koşarak bilgisayarı açıp, ikinci bölümü indirdim ve bir baktım ki 2. bölüm altyazı yok. E o canım iskoçların aksanını anlamak gibi bir yeteneğim de yok. Öylece kalakaldım. Çok iyi bir dizi. Fantastik - Dram - Romantik. İskoçya'da geçiyor. İnanılmaz aksanlar ve manzaralar. Ve müzik ve görüntü ve işte çok spoiler vermek istemiyorum. Dönem filmlerini dizilerini sevmiyorum diyen ben bile sustum şu an. Hikaye kısaca şöyle 1945 yılında yaşayan Claire, kocasıyla savaş sonrası ikinci balayı tarih gezisinde karşısına çıkan bir kayanın önünden tam 200 yıl geçmişe gidiyor :) bu dizi bir şahane dostum ! Emperyal ngilizlere karşı mücadele eden İskoç asiler falan desem !!


You're the Worst (2014) (TV Series) http://www.imdb.com/title/tt3228420/reference
Gülümseyerek yazmaya başlıyorum. Şimdi bu geçen sezon hayal kırıklığıyla biten How I Met Your Mother (2005)'ın üzerine iyi bir Amerikan komedisi izleyecek miyiz? Eveeeeeeet! Konu itibariyle hiç alakası yok, ama zaten daha iyi değil mi? Yalnızca 2 bölüm izledim, 2. sezon onayını aldı. Ve gerçekten komiklikler şakalar. Ve başroldeki erkek tam bir züppe entellektüel yazar İngiliz :) hatun da tam bir Amerikalı işte. Yüz kaslarınıza iyi gelebilir. Ben sevdim. İzleyin! İkisi arasında hangisinin en kötüsü olduğuna siz karar vereceksiniz.




Extant (2014) (TV Series) hhttp://www.imdb.com/title/tt3155320/reference
Halle Berry nin başrolunü oynadığı, dram gerilim bilim kurgu tarzında yeni dizi. Henüz izlemediğim bu diziye bir şans vermeyi düşünüyorum. Yapımcıları arasında (eksik kalmasın) Steven Spielberg var. Konusu ise, uzaydaki 13 aylık tek kişilik görevinden dönüşünde nasıl hamile kaldığını anlamaya çalışan astrnotun hikayesi... İzleyeceğim. Enteresan olabilme ihtimali çok yüksek.






The Last Ship (2014) (TV Series) http://www.imdb.com/title/tt2402207/reference
Altyazı sitelerinde sıralamaya girdiğini ve 2. sezon onayı aldığını görünce hemen ilk bölümü indirip, yirmi dakikasını izleyip bıraktığım dizidir. Bence izlemeyin. Ama yok işin içinde virüs var, bilWorld War Z (2013)'yi hani olmadı 28 Days Later... (2002) veya Contagion (2011) falan izleyin. Yemişim son gemisini.
imkurgu var yok işte gerilim var, hayatta kaçırmam diyenler için atlamıyorum. Tamam yine bir virüs hızlı şekilde yayılıyor, tüm dünyayı kırıp geçiyor (aslında böyle yazdığıma bakmayın, ben zombilere inananlardanım ve böyle post apokaliptik hikayeler için kendimi kesebilirim) amerikan başkanı falan ölüyor, bunlar bir grup asker araştırma görevlisi o bu işte koca bir gemide kalıyor. İşte last ship bu yani. Neyse sanırım bunlar bu virüsün kaynağını bulup, panzehir hikayesi faso fiso. Bol amerikan bayrağı olmuş bilin. Canlarım bence, oturun bir daha

Chicago P.D. (2014) (TV Series) http://www.imdb.com/title/tt2805096/reference
İzledim diyemem ama izlemesem de birşey kaybetmem diyebilirim. Ama tabii polis olsun köpeen olayım kafasındaki arkadaşlar izleyeceklerdir. Puanı da imdb'ye göre yüksek görünüyor. Sevenler baksın, sevmeyenler beri gelsin.

The After (2014) (TV Series) http://www.imdb.com/title/tt3145422/reference
İlk bölümünü izledim. Sonra noldu bu diziye bilmiyorum. Pilot bölümden sonra kalakaldı. Acaba sinema filmi mi yapacaklardı :) Bunun yaratıcısı daThe X Files (1993) (TV Series)'ın yaratıcısıymış.
İşte 8 yabancının bir otoparkta kalması ve dışarıda kıyametin kopması, ve sonra bunlar dışarı çıktıklarında olanlara anlam veremezler, izleyici de veremez, dünya bir saldırı altında mıdır, bir işgal mi, doğal bir afet mi? derken hem bu insanların hayatta kalma mücadelesi hem de son dakikada yaptığı sürprizle merak uyandırmayı başarmıştır. Bu da post apokaliptik tarz sevenleri tutabilir diyorum. Ancak ta 6 şubat tarihinde oynayan ilk bölümü üzerine bir ses çıkmamıştır.



Resurrection (I) (2014) (TV Series) http://www.imdb.com/title/tt2647586/reference
Hemen 2. sezon onayı almış, yalnızca ilk bölümünü izlediğim, drama gizem  fantastik dizi. Geçmişte bir şekilde ölen insanlar, öldükleri halleriyle (yaşlarında) günümüzde tekrar canlanıyorlar. 30 yıl önce ölmüş henüz 8 yaşındaki  Jacob'ın hikayesi ile başlıyor. Bence izlenebilir.

Star-Crossed (2014) (TV Series) http://www.imdb.com/title/tt2657262/reference
Bilim Kurgu Romantik tarzda yeni dizi. 2. sezon onayı bilinmez. Ama kesin belli bir takipçi kitlesi olacaktır. İlk bölümü izledim. Konusu bir şekilde dünyaya (Amerika'ya) düşen uzaylıların düşman mı dost mu olduğu belli değil. Sonunda bunların büyük çoğunluğu öldürülüyor ve geride kalanlar belli bir gettoda yaşamak zorunda bırakılıyor, yıllar sonra, bunları topluma kazandırma amaçlı belli bir grup genci insanların gittiği liseye gönderiyorlar falan filan. İşte asıl kız insan, asıl oğlan uzaylı. İsteyen buyursun izlesin.

The 100 (2014) (TV Series) http://www.imdb.com/title/tt2661044/reference
Henüz izlemedim. Dünyada gerçekleşen nükleer felaketten çok yıllar sonra, uzaya yerleşen insanlar, dünyada hayat var mı diye, aralarından 100 kişiyi tekrar dünyaya yolluyorlar ve bunların egemenlik gruplaşma hayatta kalma hikayesi. Anladığı kadarıyla hafif sineklerin tanrısından hafif terra novadan falan alıntılar var. Bir kitap serisinden uyarlamaymış. Ben en azından tek bölüm izlemeyi düşünüyorum.

Black Sails (2014) (TV Series) http://www.imdb.com/title/tt2375692/reference
Macera Drama tarzında yeni dizi. İzlemedim. Yüksek puanlı bir korsan hikayesi :) diyebileceğim bu kadar.

Penny Dreadful (2014) (TV Series) http://www.imdb.com/title/tt2628232/reference
Eva Green sever misiniz?
Peki ya gotik hikayeler ve kahramanlar ?
Peki ya dizinin yaratıcısı olan John Logan kim bilmek ister misiniz?
Ben size onun senarist geçmişinden biraz bahsedeyim ;) Skyfall (2012) Hugo (2011) Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street (2007) The Aviator (2004) The Last Samurai (2003) Gladiator (2000) lerin senaristi!!!
ve Victoria Londrası ve dizi kahramanlarımız dracula ve frankenstain ve dorian grey.. ay biraz saçma ve biraz fazla heyecanlı değil mi? ben size daha ne diim !! İzleyin!

Helix (2014) (TV Series) http://www.imdb.com/title/tt2758950/reference
Virüs temalı bilimkurgulardan bir tanesi de bu dizi. Bir virüsü araştırmak için kutba giden bilim insanlarının hikayesi. Henüz izlemedim ama tek bölümlük şans verilebilir diye düşünüyorum.



Believe (I) (2014) (TV Series) http://www.imdb.com/title/tt2592094/reference
Şimdi bu diziyi de yeni buldum. Şöyle ki yaratıcısı mı ilk dikkatimi çekti yoksa konusu mu bilmiyorum. Drama Fantastik tarzda bir yapım. Telekinezi gücü olan, havayı falan kontrol altına alabilen, 10 yaşındaki kızımızın hikayesi. Akla Aang'ı getirmiyor değil (Avatar: The Last Airbender (2005) (TV Series)) Neyse hikaye hoş, tanıdık, sevilebilecek bir hikaye. Ve diğer sürpriz ise yaratıcısı taze Oscarlı Alfonso Cuarón (Gravity (2013)), hiç olmadı bunun da ilk bölümü izlenir.

TURN (2014) (TV Series) http://www.imdb.com/title/tt2543328/reference
Benim kesinlikle izlemeyeceğim bir dönem dizisi. Ancak çok yüksek puanlı ve çok kaliteli olduğu konusunda garanti verebilirim. Ben konuyu sevmediğim için izlemeyceğim ki başrolunde çok sevdiğim İngiliz oyuncu (üstün yetenekli olduğunu düşündüklerimden bir tanesi) Jamie Bell (Billy Elliot (2000)) oynuyor. Kesinlikle Savaş filmlerini sevenler zaten kaçırmayacaktır ki bence de kaçırmayın.

The Knick (2014) (TV Series) http://www.imdb.com/title/tt2937900/reference
Clive Owen da dizide oynar mı demeyin. Öyle bir dünya yok artık. Herkes dizi oyuncusu. Tüm bölümleri Steven Soderbergh tarafından yönetilmiş mütiş bir drama.
Henüz antibiyotik ve gelişmiş tedavi yöntemlerinin keşfelimdeği 1900lerin Knickerbocker Hastanesinde çalışan ekibin hikayesi. Daha ne olabilir ki, demeyin ? İzleyin.

Sürpriz Olarak,



Mr. Sloane (2014) (TV Series) http://www.imdb.com/title/tt2789226/reference



Yani Nick Frost 'lu dizi. Ha şimdi ben bunun adını yazınca tanımayanlara hemen hatırlatılır. Hemen hemen tüm Simon Pegg 'li filmler :) Zaten hali hazırda gerçek hayattaki en yakın arkadaşı. Edgar Wright 'ın yönetmenlik koltuğunda oturduğu tüm filmografisinde görünür kendisi, Hot Fuzz Hot Fuzz Shaun of the Dead  (ay bunları hele ki izlemedim duymadım diyen varsa...) sustum!
Neyse bana da sürpriz oldu. Henüz izlemedim ama koşarak izleyeceğim. Toplam 8 bölümden oluşuyor kendisi. Ve Komedi :)))))))

True Detective (2014) (TV Series) http://www.imdb.com/title/tt2356777/reference
8 bölüm.
Kadro; Matthew McConaughey ve Woody Harrelson yani isterseniz izlemeyin. Polisiye Drama. Harika bir senaryo kurgu ve gerçekçilik.
Hasret kaldığınız kaliteli bir yapım.
İnanılmaz oyunculuk.
İzleyin işte. Hiçbir şey izlemezseniz bunu izleyin.

Sonra bir de daha önceden bahsetmiş olduklarım var, üzerinden kısaca geçeceğim,
4. sezona giren "The Killing"
4. sezona giren "Homeland"
2.sezona giren Orphan Black
2 sezonluk "Black Mirror" 


Yoruldum! Cidden yoruldum ve başım ağrıyor. Ama hangi diziyi izleyeceğim yok bu nasıl acaba, yeni dizileri nasıl toplu halde bulabilirim diyenlere küçük bir yardım.
İşte önümüz sonbahar kış falan, belli saatleri evlerinde geçirmek durumunda olan, veya dizi bağımlılarına duyurulur. Bu sene çok uzun süredir olmadığı kadar iyi yapım var bence.
Peki bu bir işaret midir, belki biri çay koyup getirirse bazılarını beraber bile izleyebiliriz :)
Sevgiyle kalın.



12 Ağustos 2014 Salı

çakıl taşları

bugün meteor yağmuru olacakmış madem. ve milyonlarca yıldız kayacakmış...

ben de alışık olunan saatlerde, mesela tam gece yarısı biraz gök yüzüne bakacağım. biraz dilek tutacağım.

yan balkondaki rüzgar gülü hala dönüyor mu bilmiyorum ama ben hiç kıpırdamadan duruyorum yerimde.

ve her gece belli saatlerde acaba bir yaşam belirtisi var mı diye kontrol ediyorum.

ve acaba hava kararınca bir bardak kolayı sigarayla içen birileri var mı diye.

ve bir totem yaptım kendime. biraz narkoz sarhoşluğunda en çok o totemi bozmak beni üzdü. 

bir yılbaşı hediyesiydi ama çıkar dediler. metal taşıyamazmışım ameliyattan önce üzerimde.

en çok dedeler sever sanırdım torunları, demek ki bir de anneanneler.

bir de birkaçımız gibi şanslı ve kaderin yüzüne gülmüş bulunduğu torunlar var tabii. 

eskilerden bir istanbul modern bileti buldum hastane dönüşünde, masamın üstünde.

sinemayı ne kadar sevdiğimi bile unutmuş muydum?

bir de dilek tutsam daha hızlı iyileşebilir miyim? tekrar nefes alabilir miyim.. bilmiyorum.

ve bir cihangir meyhanesinin balkonunda en derin halkaya girebilmeyi başaran bir kız tanıdım. ve aynı meyhanenin balkonunda, mum ışığında git gide hayalleri yıkılan bir kadın.

bu gece bir dilek tutacağım. 

ve her şey eğer o kadar kesinse ve bunu bir tek ben kabul edemediysem diye..

bana bir paket yapsın o zaman tanrı. plastik bir çam ağacı istiyorum.

geç kalınmış doğum günü niyetine. olmaz mı?

her şey olacağı yere varamayacaksa, varamamışsa eğer, belki bir gün ben de suyun akışını bozabilirim diye.

maden zaman her şeyi iyileştirir diye inanıyorlar, ben de kendimi zamana bırakabileyim diye. belki benim de çakıl taşlarım var, meteor niyetine..