24 Temmuz 2014 Perşembe

instant crush

yıllar sonra ilk defa oturup bir paket çikolatayı yuttum hem de en iğrenci bitter. bakalım yıllardır söylenenler doğru mu? endorfin ve çikolata ilişkisi.
neyse çoğu söylenenler yalan çıkıyor nasılsa.. çünkü aradan on dakika geçti, hala ekrana mal gibi bakıyorum ve sonunda bu beyaz sayfayı açıp çok zamandır ihmal ettiğim blogumu yazmaya başladım ki bu da iyiye işaret değil. demek ki içimde taşan şey endorfin hormonundan daha çok, ne bileyim böyle daha bir karalık, olumsuz, mutsuz, sinirli, umutsuz, heyecansız, boktan birşey!

ellerine sağlık!

ellerine sağlık derken mesaj gideceği yeri bulur elbet. şimdi benim bu genel pesimist ve aşırı mutsuz hallerime neden olan bir "boşanma". he valla akdin ihlali falan. çok mu mutsuzum. bravo, hatta brava! birini üzebildiysen, büyük insansın.

paris yolcusu kalmasın. mekan: montemarte... köprünün üzerinden oturup da, altımdan geçen küçük gölette taş sektirecektim güya. amelie filmindeki sahne geldi aklıma, kız cam vitrinin arkasından aşık olduğu adamın yoldan geçişini izlerken su olup yere akar. ne kadar da romantik. gerçek dünya değil asla.

gerçek dünya jane austen'ın yazdığı o caaanım romanlardan çok, jane austen'ın yaşadığı hayat gibi mesela. kızmayın. bunun içinde elbet iyi şeyler de var. derler ya hani! senin için hiç iyi birşey de mi yapmadım.
elini yumruk yap, çak ağzına. sıçarım senin yapacağın iyiliğe! allahın bencil boku, yürü git, yürü git! diye bağır mesela. yerse. yemezse ufaktan sen git. hiç oyalanma.

montemarte. taktım valla ben buraya. gidemedim ya. şu paris'e aralıktan bir kış vakti gittim yalnızca. olmadı. o zaman başka hayallerim vardı, onlar oldu. ama yıllardır renklerin yeşiline suyun mavisine, ve filmin müziklerine olan gerçek dışı aşkım... neyse yeşili artık hiç sevmiyorum.

çocuklar sende kalsın. şimdi her boşanmanın sonunda aynı sorun, peki ya çocuklar. çocuklar için yıllarca boşanmayan acı çeken insanlar tanırsınız, çocuk yapınca evliliği düzelecek sanan gerzekler de. neyse boktan çocuklar sende kalsın dedim. çocuğu napcam ben. çocuk karın doyurmaz dedim. o çocuklar senle daha mutlu dedim. al onları böyle istediğin gibi büyüt dedim. küçük küçük büyüt ki, sonra boyunu aşmasın sakın ha! dikkat et dedim. çocuk sevmem ben dedim. kız çocuğu erkek çocuğu hepsi sende kalsın. kusacağım galiba.

neyse bir de agaç yetiştirbelirsin artık bahçende evinde dedim. şaka şaka bunu demedim :) ağaçtan kastım ot püsür işte :) hatta istersen ağaç bile yiyebilirsin demek vardı ya, neyse.. büyüklük bende kalsın.

ay geceleri sokaklara akmak, ordan oraya savrulmak, dağıtmak, coşmak, koşmak, tutmak, parçalamak, falan .... kusacağım.

bi daha da gitmem lucca'ya. boktan bir yer.
bir daha da gitmem line'a boktan bir yer.

avrupa yakasını oldum olası sevmem ben. yakın arkadaşlarım bilir. şu köprüyü geçmem için ya bana para vermeleri lazım (iş nedeniyle)
ya da baya içmem lazım, anladınız siz. yoksa hayatta işim olmaz. benim küçük mahalle kültürüm sevdiklerim arkadaşlarım aşklarım ailem okulum her şeyim anadolu yakasında. hem de böyle şirin mi şirin, gece kondu evleri .. misal. şeker gibi maşallah.
karar okunuyor: etiler, nişantaşı, bebek, beşiktaş, asmalı dahil tüm taksim, levent ve tüm leventler, tüm plazalar ve diğerleri, al sarıyer bile ve kesinlikle arnavutköy ve civarındaki tüm mahleler, ha unutmadan tüm kavaklar da senin. cihangir'deki kaldırımlar da.
biz iyisi mi bu akşam kızlarla kahve dünyasında çay içelim.
ve anadolu yakası kesinlikle benim. mesela münibüs yolu benim. ve yatların dizildiği tüm marinalar ve dalyan, ve fenerbahçe ve jumbo burger bile benim. benim orada daha çok anılarım veya anıları olan arkadaşlarım var. kadıköy benim mesela, benusen. zincir bar benim mesela veya kendini tekrarlayan performanslarıyla shaft ve budha. ve caddebostan'daki tüm barlar ve bağdat caddesi ve oradaki tüm dükkanlar ve ağaçlarından dut topladığım, duvarlarına tırmandığım dedemle birlikte yaşadığımız göztepe benim, çocukluğum benim bu şehirde ya! bunu unutma ve beykoz ve çengelköy kesinlikle benim. hıyar olmak yetmiyor galiba. ha bir de kuzguncuk, orası da benim ve iskeleden yapılma salaş ama şık balıkçılar, onlar asıl bizim burada. ahanda şuracıkta. iş toplantıları ve sığ muhabbetler olmadan şen kahkahalarla gülebildiğimiz o güzelim manzarayı gerçekten görebildiğimiz dostluklarımız yüzünden bile olsa yalnızca.

ay kusmuk kusmuk içki içmekten de bıktım mı. bıktım tabii. karaciğer bu! nakli daha kolay diye, kola dolu bir bardağa koyup saatlerce bekletmeli mi insan. saçmalık. karaciğer az dinlenmeli. ama tatilden sonra. sen iyisi mi tatilden sonra dinlen. dedim.

paris'e gidecektik! şaka şaka bunu çok yazdım biliyorum. elvan sana söylüyorum ha buradan, şu parka gidelim be kuzen. benim çakıl taşlarını doldurdum cebime.

ha aklıma nedense birden şebnem ferah geldi. kül yalnızca halıyı kirletmek için midir? bazıları öyle sanır. yani illa kirletecek her şeyi, illa bir pislik durumu, böyle vıcık vıcık bir tüketim, böyle kullanacaklar tüm güzel şeyleri. bunlar çiçeklere değdi mi rengini solduranlar. ağaçların kökünü kazıyanlar. pis insanlar. bencil insanlar. midemi bulandırıyorlardı bunlar benim.

line'a gitmeyecektik :)

sonra o çam ağacı da neyin nesi. bak sanki bir yılbaşı arifesi. evde oturuyoruz. çocuklar içeriki odada. kendi kendilerine koşturuyorlar. biz ağacı süslemişiz ve her yıl başında yaptığımız gibi torunlarımızın olduğunu hayal ediyoruz. böyle her şey o kadar güzel ki, ellerimizde büyük şarap kadehlerimiz, arkadaşlar da var sağolsunlar, hepimiz aslında arkadaş değil miyiz. sevgi dolu. sonra ben o küçük plastik çam ağacının altındaki hediyemi alıyorum. açıyorum. yusufçuk.benim yusufçuk sevip sevmediğimi bile sormamış halbuki. benim yusufçukla hiçbir münasebetim yok. onun sevdiği her şeyi mi seviyorum. şaka şaka. duygusallaşma! zaten taşı düştü zaar ve o tişörtler hiç giyilmedi ve aslında hepsi artık çöp zaar.

bana yeni bir kolye alabilir misin? veya geçen gün bir yüzük beğendim inanılmazdı ve şu şort eğer bu şortu bana alırsan... gibi kızlardan tiksiniyorum. aklınızda bulunsun. hatun dediğin az ağırbaşlı olmalı, mesela ayağını sandalyenin üstüne çekmemeli, edepli oturmalı. yavaş yemek yemeli, hatta gerekirse bazen hiç yememeli, bir de bulaşık yıkayıp ütü yapmayı bildi mi, tadından yenmez. erkeğine filmler alsın, onu pamuklara sarmalasın, böyle kucağında taşısın, yemeğini taşısın, sürprizler yapsın, temizlik de.. / şu an biraz kustum.

candy crush saçmasına hiç girmiyorum.

dire straits'e de.

instant crushımsı elektronik müzikten tiksiniyorum. lan ben vitrin mankeni miyim ki o kadar hızlı yanayım. hopp sen kimi ateşe atıyorsun demezler mi "adama".

bir de benim bu aralar saçlarım daha çok dökülüyor. durmadan şampuan değiştirdiğim için olabilir. her yerden bir saçlarımın çıkma hali, insanı rahatsız eden böyle durumlar söz konusu olabilir. benden size tavsiye, şampuanınızı çok değiştirmeyin. demek ki bazen tebdili mekanda ferahlık yok.

insan insanı hasta eder mi demeyin. valla hayatımda gittiğmin toplamından daha çok gitmiş olabilirim doktora bu ara. durmadan bir yerlerden bir şeyler çıktı. doktor da usulca kulağıma fısıldadı zaten. her şeyi çok takma kafana. bu işler de biraz moral lazım dedi.

yahu insanlar evlenirken o kürsüden bozma tuhaf şeye çıktıklarında şöyle diyorlar mı; hastalıkta, sağlıkta... neyse çok ilaç kullandım ben bu ara. bazı bazı beyin ölümüm gerçekleşmiş olabilir. ılgıt ılgıt türkü tadında. ve karacaoğlan der ki, koy gtüne rahvan gitsin. dün de bir anda antibiyotiğimi kesip şarap içmeye karar verdim. üzüm iyidir ;) aklınızda olsun. kürsü de hali hazır tahtadan!


üzerine konuşamayacağınız belgeselleri izlemeyin, kiminin bildiği tek seri şu hayatta entourage.


sonra klişe eleştirilere maruz kalırsanız eğer, en baştan alın tavır. ay yok vazcaydım. klişeden kaçın ha. hep kaçın ve yersiz eleştiriden ve küfürden ve şiddetten ve kabalıktan ve yoksunluktan ve cahillikten ve düşüncesizlikten ve adaletsizlikten ve sığlaştırılmaktan ve hafife alınmaktan ve önyargılardan ve sevmeyi beceremeyenlerden ve insanları üzmekten çekinmeyenlerden ve ya diğerleri ne der diye korkanlardan veya hep başkalarına kendini beğendirme kaygısı olanlardan ve durmadan bir yerlere gruptan atılmamak için iştirak etmek zorunda olanlardan ve durmadan görüştüğü o grubun içindeki insanlardan bile aslında haz etmeyenlerden ve onlarla dalga geçebilenlerden veya geçse bile onlar gibi davranmayı kendine model edinenlerden…. ve işte, bir baş parmak mı olay dedik ya, ta hikayenin en başında. insan olmak için yetmiyor galiba. geçmişini tam olarak tanımadığınız, anlayamadığınız, davranışlarına anlam veremedikleriniz, mistik gizemli karakteristik değillerdir. anlamadıysanız eğer, anlamı yoktur. adam + kadın, hepsinin içi boştur. ha çıktı ha çıkacak ha bu bahçede gül açacak diye kendinizi kasmayın derim ben. derinlerde gizli büyük sırlar, hünerler aramayın. buz dağı değil ki bu. insanoğlu insan. ne görüyorsan o kadar, elini daldırdığında sana cevherler bahşetmeyecek asla. boşuna kendini kandırmamalı insan. sonça çat, almanya menşeli bir araba değilsin ki sen. o süratla duvara çarptığında az zararla kurtulasın. o ama çelik janttan.

xxxx

elinde bir hesap makinasıyla halledebilir misin her şeyi?
20 yıl sonra ne olacak. Veya yarın. Veya bu akşam ne olacak. Bilebilir mi insan.
Ha, öngörü diyebilirler. Bu öngörü müydü?
Babam küçüklüğünden beri hep aynı şeyi geveler. Hiç insan tanıyamadın ilke der, hep çok güvendin der. Bir de ihanete uğramadığım küçük zaman dilimlerim var tabii. Ben yine de ben olmaktan vazgeçmedim.

Ha bir de dede _ anneanne meselesi var. O bir tuhaf gelmedi değil. Nasıl da denk gelmiş bir geçmiş meselesi. Nasıl da aynı şeylerden beslenmişiz gibi. Gibi gerçek olmuyor çoğu zaman. Gibi insanı kandırıyor çoğu zaman. 'gibi'lere kanmamak lazımmış. Asıllara bakalım.

Hiç iyi birşey olmadı mı? Oldu tabii. 35 yaşında bir kadınım. İyi şey çok oldu hayatımda. Anlamlı, güzel, değerli, kıymetli ve saygıdeğer şeyler. Burnumun direğini sızlattı bazıları mesela, içimi titretti, nasıl bu kadar güzel olabilir bir insan diye hayretler içinde donakaldığım oldu. İnsanların içini görme yetisi mi bu, ne derlerse desinler. Benim için fark etmez. Kendinden başka şeyleri düşünen, kendinden başka şeyler için mücadele edenlerle tanıştım ya ben. İnsanı neden sevdiğini veya onunla niye seviştiğini iyi bilmeli.

Sonra öyle kaybolup giderim ben. Kaybolup giderim ve yine başka bir yerde biri olurum. Ne fark eder.

Bir yol haritası vardı bence. Böyle düz bir çizgi düşünün. Kimi yerleri engebeli, kimi yerleri çukurlarla dolu ama bir çizgi. Herkesin hayatındaki gibi.
Bir meteor indi gökyüzünden geldi o çizginin ta orta yerine düştü. Çıt, diye kırıldı çizgi. Şimdi on yıl sonra ne olacak bilemiyorum. Yani işin komik yanı on yıl sonra geldiğinde de bilemeyeceğim bir soru oldu bu.
İnsan hayatı ne tuhaf. Çıt, diye gidiveriyorsun bir anda. Bir araba tekerliğinin altında, bir çocuk havuzunda, bir çiçek bahçesinde, evinin mutfağında veya bir soyunma odasında, elinde bavulunla.. falan.

İnsan hayatı ne tuhaf. Belki sana bir şans vermişti, diye düşünmüyor çoğu zaman. Ya ne olacak diye düşünmekten şimdiyi harcıyor kolayca.
Bir düşünsene insanın kalbi neden o kadar hızlı atar, neden hep kusacağını sanır ve neden gözünden o kadar yaş akar, neden acıyı gerçekten varmış gibi hisseder ve sanki bir daha asla mutlu olamayacağını düşünür ve elleri, ellerine bakar zaman zaman ve sonra aynadaki suratına ve elini yüzünde gezdirir. Hergün biraz daha değişen yüzünde. Ve sonuçta ne mi olur. Yaşlanırsın. Ve ölürsün. Hiçbir sürpriz yok. On yıl sonrayı değil ama en sonunu çok net olarak söyleyebilirim.
Merak eden kim varsa. Kesinlikle hepiniz öleceksiniz.
Ama asıl soru bu değil.
Nasıl ve kim olarak? Peki ne bırakılacak geriye.
Bir de ufak bir detay. Nasıl yaşayacağız? Bu soruyu atladığın zaman, diğer soruyu da atlıyorsun otomatikman.
Ya o kadar canının yanmasının bir nedeni varsa?


Son söz bebekte bir biracıda edilmişti aslında. son söz bebekte bir biracıda edildiğinde ben daha oranın boşanma kanunlarına göre onun olduğunu bilmiyordum.

unutmadan söyleyeyim, adalar da benim.

sevgiyle kalın..

Amelie filmini izle, film müzikleriyle..


xxx  Neredeyse 9 aydır üzerinde çalıştığım bir projeden ve bazı bazı gerçeklerden karmadır, haberiniz olsun, çoğu şey yolunda, hatta ben mutlu bile sayılırım..

4 Temmuz 2014 Cuma

hayat bilgisi

üzerine aydınger kağıdı koysan da, müsveddesi bile bir şeye benzemeyecek 'insanlar' vardır.
metropol insanları, beyaz yakalılar, tıraşlanan kıllılar, makyajlı maymunlar falan.
birer seksist faşist olduklarının bile farkına varmadan, 0 -13 yaş grubu kelime hazineleriyle sizinle 'münakaşa' ederler.
mesela mandela'yı tanımayan bir arkadaşıyla maytap geçerken, bir yandan sizin ona sorduğunuz lisede herhangi bir dersin giriş bölümüne ait olan soruyu manipüle ederler. ukalaca. tabii bunun meali de, yıldırmadan hallice bir savunma mekanizması.
sonra kendini pavlov sanan köpekten hallice zek'ası, yanına bile yaklaşmayan vef'asıyla hayatlarını idame ederler.
zaten önemli olan gerçekte ne kadar sıradan oldukları değil, ne kadar eksantrik göründükleridir.
fabrikasyon dağarcıkları anca buna el verir ki el verir dediğime de bakmayın, onlar el kelimesiyle vermek fiilini birlikte çoğu zaman 'çekemezler' bile.

size de hayatın sillesi ve mukadderat arasında küçücük bir yer kalır. ne geri zekalı rolü yapabilecek kadar zekisinizdir, ne de zekilik taslayacak kadar geri zekalı.

susarsınız. he tamam oldu peki.. büyüksün abi, der ve bir gün kesinlikle geçersiniz.