18 Mart 2016 Cuma

13 Mart Ankara Katliamı ve Bugün

kürt hareketinin meşruiyetini tehlikeye sokacak eylemlerden ve bu kadar hassas bir dönemde bilhassa açıklamalardan özenle uzak durması gerektiği tartışılmaz bir gerçek

sokaklarda eylemlerde evimizde insanlarla fikirlerimizi paylaşırken ilkesel olarak ilk önce 'barış' üzerine inşa edilmiş bir yapı ve bu yapının savunucuları bir çok zorlukla dikkatlice baş etmeye çalışırken geçen gün Karasu'nun yaptığı açıklamaları talihsiz buluyorum

Bu asla topyekun bir reddetme durumu değildir. Tabii ki aylardır (on yıllara hiç girmeden) bu ülke toprakları üzerinde kürt bölgesinde yaşananların tarifi ve açıklaması olamaz. İçimiz canımız yana yana izlediğimiz, uzaktan da olsa sürece dahil olmaya çalıştığımız ama devletin pervasız katliamlarına devam ettiği, evlerin yakılıp yıkıldığı, bölgenin asıl halkından arındırıldığı sivil halkın öldürüldüğü, zaman zaman öldürülmekten beter edildiği, tüm ülke genelinde faşist baskıların ayyuka çıktığı, operasyonların derinleştiği, ülkenin iki kutba çekildiği ve nefret söyleminin başkanlık hedefi altında derinleştiği bu süreç hak ettiği tepkiyi bilhassa batıdan kesinlikle bulamadı.
Bunun sosyolojik nedenleri altında yatan 'mantıklı' açıklamaların hepsini reddederek, ölüm direkt olarak kapımıza gelene kadar komşunun katli vaciptir umursamazlığını algılayabilecek bir geleneği de kabul edilmez buluyorum.
Bu konuyla ilgili çok değerli aydınlar çok güzel yazılar yazdılar.

Olayın diğer tarafında ise Karasu'nun 13 Mart Ankara Katliamının aslında çevik kuvvet ekiplerini hedef aldığı dair yaptığı açıklama ile dün TAK'ın bu eylemi sahiplenmesi arasındaki boşlukları tedirginlikle dinledik. Genel prensipler istisnai durumları tanımlarken bu alt hareketlerin çerçevenin bütününü bozmamayı temel alması gerekmez mi?  

Keza devrimci ahlak arkasında duramayacağın eylemlik yapmamayı ve en sert özeleştiriyi vermeyi gerektiren prensipler bütünüdür. Kısa bir süreliğine de olsa bu mücadele içinde varolmuş, mücadeleye değmiş herkes bunu bilir. Hayatını dağlarda kamplarda bu mücadeleye adamış insanların bunu göz ardı etmiş olmasını düşünmek dahi istemiyorum.

Ankara katliamı bir savaş durumu değildir. Bununla ilgili en ufak bir tartışma içine girmeden, sivil halka yönelik yapılan tüm şiddet eylemlerini, bölgede yapılan tüm şiddet eylemleri ile aynı oranda kınıyorum ve lanetliyorum. Bu yaşananlarla ilgili tereddüt içeren hiçbir açıklama, nereden gelirse gelsin kabul edilemez. Tereddüt, tek başına kendisi, gittikçe derinleşen nefretin yayılmasına ve ne yazık ki iki taraf arasında kapanmaz  yaralar açılmasına neden olmaktan başka 'yarar' sağlamayacaktır. Bu can yakan sürecin bugün en çok canı yanan kesime zarar vereceği/verdiği de inkar edilemez.

On yıllardır süre gelen devrimci mücadele kürt hareketiyle ortaklaşarak bugün geldiği noktada büyük kayıplar vermiştir ancak  diğer taraftan verilen bu mücadelenin ve kaybedilen yüzlerce binlerce insanın bugün bir kazanıma dönüştürdüğü, sivilleşme hareketi, legal siyaset ile barış sürecine yaptığı katkılar da tartışılmazdır. Toplumun kemikleşmiş ön yargılarının çatırdamaya başladığına hepimiz şahit olduk. Herkesin çok iyi bildiği örneklere hiç değinmeyeceğim. Ve bugün gelinen bu noktanın risk edilebilir olmasını, yok sayılmasını da asla kabul etmiyorum.

Bu sebeple geçen günlerde Demirtaş'ın yaptığı açıklamaları halen bu topraklarda barışın sağlanması adına çok değerli bulup, anlaşılabilir bir dağınıklığa sahip kürt hareketini belli noktalarda eleştiriyorum.

Katliam kültüründen bu kadar müzdarip bir halkın tüm temsilcilerinin intikam politikasından uzak, barış dolu bir gelecekten asla vazgeçmeyecekleri bir duruş beklemenin en meşru hakkımız olduğuna inanarak, eğer bir şeyler değişecek ise bunun inadına Hdp ile olacağını, tüm anti propagandaya rağmen, farklı bağlantıların tüm yersiz açıklamalarına rağmen on yıllardır bu ülkede buna en yaklaşan hareketin bu toplumsal hareket olduğuna inancımı inatla devam ettireceğim. Nitekim tüm parti yetkililerinin hem basına açık, hem kendi özel hesaplarından yaptıkları açıklamalar da bu doğrultudadır.

galeyana gelmediğiniz, bilgiye her yönüyle ulaşabildiğiniz, ön yargısız, sevgi dolu aydınlık günler dileğiyle


1 Mart 2016 Salı

şeytanın bacağını kırdık mı akademi ödülleri

Ödül törenini izlemedim hatta filmleri bile tamamlayamadım... Sinema adına benim için sığır gibi geçen bir senenin sonunda Leonardo en sonunda Akademi ödülüyle kucaklaştı.

Bazı bazı acaba uğursuzluk bende miydi diye düşünmedim değil. Her sene heyecanla takip ettiğim ödül töreninden sonra, adamcağızın kazanması benim mevzuyla en alakasız olduğum seneye denk gelince insanın aklına milyon şey geliyor ya neysee...

Şöyle bir geçmişe bakalım;

1997 yılında Titanic 11 dalda kazandığı Oscar ödülüyle Ben-Hur'u egale etmişti (enteresan biçimde akademiciler 1912 yılında o gemiyi kendileri batırmış gibi kefaret ödediler?!?!) ve Leo o sene aday bile gösterilmemişti.
Sanırım lanet tam da o seneye denk geldi. Ciddiye alınmama, iki eliyle kuş tutsa da 'Oscar alamadıkiiii' şakaları vs.

Halbuki Leo 1994 yılında, What's Eating Gilbert Grape 'deki Amie Grape rolüyle henüz 19 yaşındayken (en genç adaylıklardan biriydi) en iyi yrd oyuncu dalında Oscar ödülüne aday gösterilmişti. Rolüyle engelli bir çocuğa hayat veren Leo bu ödülü The Fugitive 'deki rolüyle Tommy Lee Jones'a kaptırmıştı ve ben çok yıl sonra filmi tekrar izlediğimde geleneksel böğür yanmasıyla 'ayıp etmişler' hissine kapılmıştım (yiğidi öldür - hakkını yeme)
Bundan neredeyse 11 yıl sonra 2004 yılında Scorsese'nin The Aviator filmindeki rolüyle bu sefer en iyi erkek oyuncu rolüyle adaylık kazanmış ve bu ödülü Ray 'deki performansıyla Jamie Foxx'a kaptırmıştı (burada pek yorum yapmıyorum çünkü hala Ray filmini bilinmeyen bir nedenden dolayı izlemedim pek de izlemeyi düşünmüyorum) - *bilinçisiz ön yargı sendromu
Sonra sırasıyla;
2007 yılında Edward Zwick 'in Blood Diamond filmindeki rolüyle kazandığı adaylığa rağmen ödülü The Last King of Scotland 'daki muhteşem oyunculuğu ile Forest Whitaker 'a
2013 Yılında yine Scorsese 'nin yönettiği The Wolf of Wall Street 'deki adaylığına rağmen, ödülü sevgiyle andığımız Dallas Buyers Club'daki rolüyle Matthew McConaughey 'e kaptırmıştı
(bir tane de yapımcılık adaylığı var onu es geçiyorum)

Bunun yanında şimdi çok iyi performans gösterip de aday olamadığı bir kaç performansından bahsetmek istiyorum...

1995 Basketball Diaries
2002 Catch Me If You Can
2007 Departed
2010 Shutter Island
2010 Inception (burada biraz da filme kıyak geçiyorum sorry)
2012 kısa ve öz rolüyle Django Unchained

Şahsi kanaatim Cathc Me If You Can ile Oscar'ı alırdı - kesin bilgi...Bakınız aday bile olamadığı o sene kim almış... 
The Pianist 'deki ağlak performansı ile ağzına kürekle vurma hissi uyandıran Adrian Brody

Shutter Island 'ın hiçbir alanda adaylığı yok (sanırım regülasyonla ilgili bir durumdu) o sene yine kusma hissi yaratan acitasyonu ile Kathrin Bigelow saçmalığı Hurt Locker en iyi film ve en iyi erkek oyuncu ödülünü ise hakkıyla Jeff Bridges (Crazy Heart)

2011 Yılında gereksiz film King's Speech 'deki iyi performansıyla Colin Firth
2012 yılı için ağzımı açmam zaten, Lincoln ile Daniel Day Lewis (kendisi aynı zamanda rekortmendir)

Toparlıyorum, demem o ki, şu ödülü verelim de artık şu lanet bitsin... olmuş.
Cancağızımın yüzü de biraz gülsün olmuş
Olmamış

Film iyiydi ama performansı filmin üstünde değildi
Fiziksel olarak zorlanmış olabilir, ancak bu tek başına iyi bir performans anlamına gelmez...tabii bence...

Veya yemişim akademiyi deyip geçebiliriz tabii

Şimdi kısaca diğerlerine bakarsak eğer;

İzlediklerimden;

Bridge of Spies 'daki gerçekçi performansı ile Mark Rylance (En iyi yrd erkek)
Herkesin beklediği ama benim o kadar da üstün bulmadığım performansı ile Alicia Vikander (en iyi yrd kadın - The Danish Girl)
Innaritu en iyi yönetmen (ki üst üste 2. ödülü oluyor kendinin - ben de verdim gitti)
En hakkıyla giden ödül değerinde olan en iyi sinematografi alanında (the revanant ) Emmanuel Lubezki (olağanüstü)
Teknik -  Kostüm - Ses gibi alanlarda (toplam 6 dalda) aldığı ödüllerini onayladığım :D Madmax
En iyi şarkı Sam Smith'li Writing On The Wall (bu da okeydir)

Leo'nun güzel çevreci konuşması, Kate'in dolan gözleri... Ayrıca onur ödülü almasına rağmen ırkçılık protestolarının gölgesinde düzenlenen Akademi ödül törenine katılmayan Spike Lee vs.

Sevgiler