31 Ekim 2014 Cuma

oğlum yüzme de bilmezdi, suyun içinde ne yaptı?

İbrahim Tatlıses'in cümlesi yankılanır beynimde.
Urfa'da Oxford vardı da biz mi gitmedik.
Ermenek'de deniz vardı da...

Yetkililer açıklamalılar,
Dünyanın ilk üniversitesi Harran'da
Ermenek'te de Göksu nehri var. Bunun daha barajı var, hesi var.

Yani ağdalı sözlere kanmamak lazım.
Oğlu yüzme bilmiyorsa devlet ne yapacak?
Öğrenseydi tabii.

Maden ocaklarında yüzebilirsiniz, üniversitelerde partileyebilir, fabrikalarda uzuvsuz kalabilirsiniz, 
Bazı şeylerin fıtratı çok renkli maşallah.

Yani;
Sayılarla çok uğraşmamak lazım.
İşte bilmem kaç yıldır, kaç tane kişi iş kazasından, kaç kişi ihmalkarlıktan öldü falan filan.
Başka başka ülkelerdeki benzer durumlarla kıyaslamalar, yermeler vs.
Bunlar hep lobi işi.

Kurban olduğum şahsına münhasır beyinlerimiz
Yüzler ölür oylar yine onaysa eğer, o teyzemen hayatın sillesiyle dolu yüzünü paylaşıp durmayın.
Ne demişler sonuç olarak;
Dağ dağa kavuşmaz, tencere dibin kara.

28 Ekim 2014 Salı

validebağ korkusu

Korku.
Temel duygular arasında olmadığı bir kesin.
Yoksa şuncağız bebeklerin korkusuzca balkon pervazına tırmanmasını, çocukların kendilerini yola atmasını falan nasıl açıklarız.
Mesela en ağırlarından olsun, ölüm korkusu, yaşama arzusunun karşısında hiçbir şey değil.

Sanırım büyüdükçe daha bir çok korkarız. 
Ama daha da önemlisi korkularımız da aynı biz gibi evrim geçirir.

Savaş dönemlerinde insanlar en çok ölmekten veya kadınlar kocalarını oğullarını yitirmekten korkmuş olmalılar.
Deprem bölgelerinde en çok göçük altında sıkışıp kalmaktan.
Şeriat toplumlarında, gözetim toplumlarında ise bir şekilde yakalanmaktan.
Veba salgınlarında hastalanmaktan.
Nijeryada mesela çocuklardan.
Ortaçağda, cayır cayır yanmaktan veya bilim çağında kısır kalmaktan.
Yani demem o ki rengarenk korkular.

Ama devletler (yöneticiler), toplumdan farklı olarak hep aynı şeyden korkmuşlardır.
Uyanmadan, ki bu da kabul edilebilir.

Şimdi bağlıyorum;
Ama ben sistematik olarak yeşilden bu kadar korkan bir hükümet yeminlen duymadım.
Alıştım ama yine söylüyorum, utanıyorum.

#direnvalidebağkorusu


27 Ekim 2014 Pazartesi

lami cimi yok kış geldi.
bir şeyi yüz kere söylersen gelir zaten. yazın başından beri kış duasında olan benden başka kimsecikler de yoktur tabii.
gel dedik geldi. hükümetin plesenk sloganı gibi oldu.
kışlık botlar, bereler, atkılar, montlar ile daha bir ağırlaştık.
ancak hafifleyen kafamız ve omzumun yanında lafı mı olur.
gün erken bitecek diye çok dertlenen var. herkes zamanın bir kıymetini bilir ki sormayın. 
gerçekten biten şey gün değil bu arada. ışık.
sen yine yapacağını uyku saatine kadar yap, derler adama. yalan mı?
ay ben niye mi böyle sabah sabah agresifim.
fuar bitti, yorulduk valla.
haftasonu da o hızlı tempoyla devam etti ki, fuar bir bakıma haftasonunu da işgal etti.
sonra bir kaç maç beni, ve bir maç benimkini yatırdı iddiada.
sonra sabah sabah yolda metrobüs görevlisiyle aksi bir muhatap
zorludaki asansörün bozulması falan derken..
bir kaç kartviziti bulamama..

oh, derin bir nefes almalı.
kış geldi
herkeslere iyi haftalar.


10 Ekim 2014 Cuma

şimdi ben kürdüm, yılmaz özdil'in sözcülüğü ve alin taşcıyan üzerine...

aslında kobane'yi yazacaktım. sonra yazmayacaktım. 
bu sıralar kahrolsun kürtler çok moda, e iş öyle olunca ben de hiç olmadığım kadar kürt oluyorum. 
bizim oralarda biraz da öyle.
uzaktan ahkam kesmeyi sevenlerle, ne olduklarını iyi bilenler hep çatışırlar.
sonra da geriye ne mi kalır? bertaraf olmanın eşiğine gelmiş cühelalara ahkam kesmek kalır. 

ayrı düşüncelerden beslensek de güzel arkadaşlarım var benim. mesela dün bir öğle arası 3ümüz oturduk azcık. bir korku mu saldı etrafı ne? 
bir satır yazasım gelmiyor, ortak fikrinde toplaştık. neden mi?
ana sayfa utancı diye bir şey gelişti bu 'teknolojik devrim' ile birlikte.
daha önceden insarlarla yüzyüze saatlerce muhabbet edilirdi.
iş sosyal medyaya kalınca, vur kaç politikası
aynı zamanda sıfır kitap, google'da arat! falan filan.
neyse küçük dağarcıklarla iş yapmak her zaman kolaydır. sen de demode olursun, tahammülün zordur.

şimdi kobane'de insanlar ölüyor, ama onlar kürtler.
terörist, terörizm, kürtçük, kartkurt, devlet düşmanı, vatan haini..
hoop uçak düşüyor, bir amerikan filmi repliği "hepimiz öleceğiz"
inşallah
hepiniz kafirsiniz.
maşallah.

ben şimdi ortaya çıkıp ne diye bağırayım?
kelimeler dilimin ucunda da işte, şimdi yine susuyorum. ne de olsa benim ülkemin insanları yutkunma tarihini de gördü, ihaneti de. 
amma da vatansevermiş herkesler. helal olsun.

bitirmeden geziyi unutmuş olabilicek olan gezici güzel insanlar, size bir eski tarihli bir ece yazısından alıntı:

Gezi olayları başladığı, herkesin "askerlik anısı gibi" eylem hatırası anlattığı günlerde, jet hızıyla politikleşen, hatta mecburiyetten şehir gerillası taktiklerini öğrenen "bembeyaz genç bir Türk"ten şöyle bir şey dinledim:"O gece polis nasıl saldırıyor! Tarlabaşı'nda sıkıştık. Yemin ediyorum gözlerim Kürt gençleri aradı. Hani kovboy filmlerinde oluyor ya, süvarileri beklerler, aynen öyle!" Muhtemelen 90'larda geçen çocukluğunda "PKK'lı teröristlerin" yerlere cesetlerinin dizildiğini akşam yemeğini yerken izleyen bir genç adamdan söz ediyorum. Ama demek ki bilinçaltında bir yerde, kendisinin de "terörist" ilan edildiği bugünlerde "deneyimli" olanın Kürtler olduğuna dair bir bilgi, onlardan bir yardım geleceğine dair bir beklenti var.Kürtlerin bu konuyla ilgili hislerine gelince. Sonuna kadar haklı olarak bir karışıklık var kalplerinde. "Aa demek otuz yıldır Kürtler bunları yaşıyormuş" diyen bir tweet'e karşılık "Ölmekle bayılmayı karıştırma arkadaş!" diye bir tweet görmüştüm. Aynen katılıyorum. Reel Kürt siyasetinin konjonktürel tarihi bir fırsatı fotoğrafları Kelebek ekinde filan çıkan bir tür beyaz Türk macerası da olabilecek, sonu belli olmayan iki-üç günlük sokak eylemlerine kurban etmek istememesi son derece anlaşılır. Öte yandan Kürtler -hem de yıllar yılı kendi acıları hiç görülmemişken- yine de ve zaten Gezi'deydiler, bu da var. Şimdi soru şu: Peki sen bunun farkında mısın?

yazının tamamı için http://www.ecetemelkuran.com/kategori/yazilar/45245/ece-temelkuranin-5-agustos-2013-tarihli-birgun-yazisi-buralar-var-ya-hep-diyarbakir

***

Yılmaz Özdil, ilk makalesini yeni yetme gazetesinde yayınlamasının sevincinde. okurları da maşallah bir o kadar az değil. herkes gururla sunar.
Şimdi tahminimce herkesler okumuşlardır herkesler derken, bir hayatlarında bir tek özdil okuyan, düşünürler var (ha bir de bekiş coşkunu  bazen okurlar), bir de diğerleri. neyse işte bu "okur yazar" tayfası çoktan okumuştur ama altını çizmek lazım.
şöyle bir giriş yapmış özdil; şu sıralar böyle bir yazı yazması o derece gerekliydi...

“Alavere dalavere Kürt Memet nöbete” diye bi deyim vardı. Bütün yükün, bütün sorumluluğun, hileli şekilde, sahipsiz insanın üstüne yıkılması manasına gelirdi.
tam burada geçmiş zaman eki kullanmasını manidar buldum

şöyle de devam etmiş mübarek

Artık böyle bi deyim yok.Tedavülden kalktı.Çünkü artık, bu memlekette Kürtler sahipsiz değildir, Türkler sahipsizdir.O nedenle, alavere dalavere “Türk Memet” nöbete yapmak istiyorlar.

talihli bir yazı, özdil kendi talihini kendi yaratan inançlılardan. 
iyi bir ganyancı. 
kazanmasa da hep doğru ata oynar.

* * *

Alin abla, Alin Taşcıyan ve Altın Portakal.
Gezi parkı  üzerine yapılmış onlarca belgeselden bir tanesi, 'yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek'.. 
Neyse Altınportakal ön jurisi tarafından onay almış bu belgesel, yine altın portakal komitesi tarafından keyfi bir şekilde elenince kıyamet kopuyor.
biz alışığız tabii, don götte durur diye bakıyoruz o yüzden. nolacak daha yeni tayt yasakları geçen sene topuzlar ve rujlar, ondan önce üstü örtülenler, ondan önce heykel hadisesi...hatırlayın. o yüzden bir filmi yarışmadan elemek için herhangi bir otorite olmanıza gerek yok, otoritenin köpeği olmanız yeterli. yani katilin uşak olmasına alışığız biz. tamam da ya öteki? bak burada bu kelimeyi bilinçli olarak kullanıyorum. ben o ötekileri çok seven ve bağrına basan bir başka öteki olarak diyorum ki, yazıklar olsun.
sonra da mastercard'ın pahabiçilemez reklamı aklıma geliyor. soruyorum. 100 bin tl, ne kadar eder? yazık!
festivalin belgesel bölümü iptal oldu, juriden istifalar üstüste, hatta belgeselin yönetmeni Reyan Tuvi bile küçük bir sansürle anlaşmaya varmaya gitti falan derken. bu sene yapılacak olan festival ülkeme ve zihniyetine uygun olarak ... (kelime bulamadım)

Ha bir de Alin Taşcıyan'ın http://haber.stargazete.com/yazar/ari-kovanina-comak-sokuyorum/yazi-947060 yazısını da oldukça acıklı buluyorum..

***

selametle