26 Mayıs 2015 Salı

rak* kafalılar

sen kimsin yeaaaaaaa tayms gazetesiiii!! (tam burada kadraja Acun ile Jay Z giriyor..)
...

toplu taşımada osurup, başkası osurdu pozlarıyla rahatsızlanıp prim toplayan amca var ya hani, o amcaların ülke yönettiği bir coğrafyada pek çok şey anlaşılır

Cancağızım yurdumun insanı, manzarası yontulmamış ağaçtan, bekası hiçlikten gelir

elin adamı kök hücreden doku yapma / aydan marsa gitme peşindeyken, kendisi mastürbasyon yapan el hamile kalır mı derdinde
dağdaki çobanla oy kıyaslamasında birinci derece mağdur
cumhurbaşkanını ıstırmaktan, yalamaktan gururla bahseden bir seçmen
onların bacıları ise halk pazarında zamları çoh da iyi oldu çoh da güzel oldu diye değerlendirirken
zihniyetsizler, çerez parasına makam arabalarını zaten herkes hırsız diye meşrulaştırır

Nevra Serezli'nin oynadığı "sonradan görmeler" dizisinin 1994 belediye seçimlerine denk gelmesi bence hiiiç de tesadüf değil

e yani, sonradan görmek değil tabii mesele, az buçuk göreni kör etme kabiliyetinde. 
sonradan göremeyenler bu sonradan görenleri çok da güzel beslediler
ne fakir-halk-bize yazık edebiyatıymış anacım
gözüne yandığım höst muhafazakar liberal demokratları şarlatanları
aynı sloganları sata sata 12 yıldır bitiremediler

ben şöyle bir baktım geriye, ufaktan bir hesap yaptım
eskiden bunlar 3 gruba ayrılıyorlardı
fakir ve cahiller
cahil ve çıkarcılar
çıkarcı ve kurnazlar

bugün yeni seçmen tek gruba ayrılıyor yeni isimleri yetmez abi biraz dahacılar
biraz daha bacaklarını aralayıp zevk alıcılar

bitirirken;
kendimi aşırı marjinal hissediyorum, vuuuuu

Peki peki anladık 
Her şeyden sen anlarsın  
Her şeyi sen bilirsin 
...

peki peki anladık
Sen neymişsin be abi

son söz:

kafan çok güzelmiş canım güle güle kullan


*ingilizce TAŞ manasında

22 Mayıs 2015 Cuma

seçime az kala ilke'nin gözünden :) 1

Ben en başta demiştim bu Yılmaz Özdil'in beyni yanmış diye..
Yıllarca Perinçek'in beyin yanmasının bedelini bu ülkenin demokrat insanları yeterince ödedi..
şimdi onun sözcülğünü yapan... onun deyimiyle neüdüğü belirsiz, hayatında hiçbir politik birikimi dahi olmayan kitlelerden/güruhtan kendine okuyucu kazanmış, istatistiksel yazmayı maharet sayan, ideolojisi olmayan, oradan oraya zıplayan, neye karşı olduğu ne taraftarı olduğundan daha çok anlaşılan, popülist kitap 'yazarı', yazım üslubuyla kimin üzerine oynanacağını iyi bilen, taktik üstadı özdil'in - en çok da chp tabanından destek almasına rağmen, ki bu da chp oyunun miras mantığı ile aktarıldığını doğruluyor kanımca -  şimdi de merkez türkiye projesine giydirmesini çok anlaşılır karşılıyorum.
bugün chp'ye giydirmesinin altında yatan çürümüş zihniyet, yalnızca kılıçtaroğlu'nun hdp'nin barajı geçmesini destekleyen beyanı değil, varsayımsal olarak %9 oy alabilecek bir partinin, onun nezdinde temsil edilir olmayışından kaynaklanıyor.
Vatan millet sakarya söyleminden bir adım dahi atamamış ve vikipedi ayarındaki yazılarıyla büyük çoğunluğu anne-baba'nın devamı olarak chp'ye oy veren "post politik" bu nesle bu kadar empatik veya sempatik gelmesini de tiksintiyle karşılıyorum.
gazetecilik kimliğinin öne çıkması sosyal medyadaki gelişime entegre olan bir yapının(yalnızca özdil değil türevlerini de dahil ederek), alıcısının da satıcısı kadar türkiye gerçeğine hiçbir şekilde hakim olmadığını söyleyebiliriz herhalde.
eskinin laf cambazları bugün sosyal medya şarlatanları ve bunun ismi yeni nesil gazetecilik oldu bu memlekette.
asgari düzeyde demokrasi ilkelerinde hem fikir olduklarını iddia edenler bile ağızlarına doladıkları "ama"larla zaten diğerinin varlığına ket vuracak alt yapıya alkış tutacaklardır her zaman.
işte bir dünya düzeninden bahsederlerken... ki dikkat ederseniz bunlar için idealist bir dünya düzeni yoktur, politik yaşam ve siyaset yeniden revize edilmelidir bunlar için, politik sloganları yalnızca sığ bir 'carpe diem'dir.

ama sonuç olarak eldeki reel gerçekler ışığında biz biliyoruz ki, dünyayı bir konser alanı, siyaset meydanı gibi algılayan bu küçük popülist yaklaşım da kendini içten içe çürütecektir ve sonunda yalnızca doğruyu en başından beri algılayabilenler ayakta kalacaklardır.
bu da türkiye'nin politik direnişinin içinde yıllardır emeği geçen, sınıf çalışması yapan, bunları tanıyan, bunlardan beslenen, haksızlıklara karşı farkındalığı kendi alt-üst kimliğinden bağımsız oluşabilen insanların ellerindedir.
gerisi fasofiso diyorum. yoksa en kolayıdır kahrolsun birşeyler dedikten sonra ayaklarımız uzatıp, hadi nerede kalmıştık diye hayata devam etmek..

Hadi hayırlısı

21 Mayıs 2015 Perşembe

Cunda'da üç gün iki gece :D

Cenk Eren Kabare'ye gidip Cenk Eren çıkmadan az önce mekanı terk edenleriz... Hayat bir garip azizim...
Hem de rakı meze kokularıyla otobüse bindik - evet aynı zamanda biraz pisiz-
Uzatmak istemem ama tam 12 saatte vardık Ayvalığa - Kefaret-
12 saat dile kolay.
Bora benim üstün yol bilgimden ve coğrafya hakimiyetimden muzdarip.
Ayvalık otogarında Nuri ile buluştuğumuzda birbirimizi öldürmenin eşiğindeydik ki
Beni tanıyanlar ağırbaşlılığımı ve alttan alıp olgunca takındığım tavırları çok iyi bilir :o

Teknede barıştık tabii :D
Sevgilime azcık kur yaptım.. (bkz.insanın 4 yıllık sevgilisine kur yapması!!) - hayat ilginç-
Bunlar balıklar ya, en çok da benimki balık... daldılar da bir türlü çıkamadılar, biz de buz gibi suya atlar mıyız atlamaz mıyız diye tartışırken, en yiğidimiz Yasemin çıktı. Tuna ve Aybikegiller yani üşüyengiller, ben çekimser ama cesur!! kimsenin rengini tam olarak belli etmediği bir kaç on dakika sonrasında, o bira - bu bira bitince atlarımlar atlamalara, ayağa giren kramp tedavisine, o tedavi esnasında yapılan video çekiminin de gösterdiği gibi uzaktan algı yanılmalarına, seksi pozlara falan dönüştü.. neymiş o, yüzdük efenim. Mayısın ortasında Cunda'da.
Cunda, kokulu ada demekmiş, yaşayanların çoğu da Girit ve Midilli'den mübadele sonrası göçen Türkler.
Kendilerine taktıkları isim ise Kuzey Egeliler :) Sevimliler..

Yol yorgunuyduk güya, hala bira içmeler ve güneşin altında kısmi neşelenmeler sonucunda, biraz rüzgar mı çıktı!! saatte 3 cm hızla gitme pahasına motoru durdurup yelken açtık. öhöm. biz 4lü (isim vermiyorum)sanki saati kurulmuş deneklerdik, bir anda alt güvertede uyuduk ve kurulmuş olarak yrm saat sonra aynı anda uyandık..o fotoğrafları görmeseydim hep inkar edeceğim şekilde hem de.. tamam sustum..
Akşamları rakı balık muhabbetleri, dondurma krizleriyle bitti.
Geç yat erken kalk politikası işe yaradı tabii.
Ertesi gün yolumuz Bergamaya düştü. Gözünü sevdiğim Bergama ki ben ilk defa gittim.
Bora (küçük ansiklopedim benim) tütün alabileceğimiz beyanında bulunduktan sonra, dünya güzeli bir yoldan geçip ilçeye vardık.

İnsanlar pek güzel, yollar ve evler de, hatta eski Rum okulundan restore edilmiş Lespermagon'da yemek yedik. Aynı anda öğrendik tabii, tütün pamuk yasaklıymış Bergama'da. Çocuklarımız başka yerlere gidiyor çalışmaya dedi mesela bir teyze, bir otel görevlisi, Aliağa'ya, Soma'ya..

Akropolis'e çıktık. Teleferik bir başka macera. Ölüme olan kati inancımı bilen bilir. Gidişte Bora'nın  dönüşte Yasemin'in kucağına kapandım. Şehnaz da az korkuyormuş ya içim rahatlamadı değil..
Ölmedik de gittik.
Yukarıda bulunan şehir demekmiş zaten Akropolis. Eski halini gözünde canlandırmaya çalışıyorsun, sonra maketlerine bakıyorsun, taş üstüne taş kalmış. Kanal yolları belli, banyoyu hamamı bulamadık da, anfi tiyatroda (benim her zaman en sevdiğim) Taşçı'nın azmiyle küçük bir kuple oyun bile izledik.
Koşarak inilen merdivenler, nefes nefese çıkılan basamaklara bıraktı kendini.. Durmadan poz verdik. İzmir'den gelen gençlerle tanıştık. İstanbul çok pahalı dediler. Bir zaman, Fatihe gitmişler 'bizi orada hiç iyi karşılamadılar' dediler. Eşcinselleri hiçbir yerde çok sevmedikleri malumunuz. Biz de o fobikleri hiç sevmiyoruz, siz Kadıköy'e gelin dedik, güldük beraber. Azcık da AKP'yi çekiştirdikten sonra vedalaştık tabii.
Sonra eksik kalır mıyız? Koşarak Bergama halk pazarı. Neymiş o, erik alacakmışız. Tezgah tezgah dolandıktan sonra en sert ve sulusunda karar kıldık. Geri dönüş yolu boyunca katur kutur..

Bergamanın diğer yüzü ise, Özger'i yolda aynı anda 3 kere sokan intikamcı arı!! Taşçı'nın gözlüğünü su sebiline (başka isim bulamadım) düşürüp kaybettiğini sanması, benim ayağıma vuran spor ayakkabılar (Aybike'nin kurtarma çabaları bile bir süre sonra yalınayak yürümeme engel olamaması), amele yanıklarımız falan hepsi yine de ağzımızda güzel bir tat bıraktı..

Akşama hoop Bay Nihat, sanırım oranın en ünlü restoranıymış. Yasemin ve Aybike ve Şehnaz aquadis diye çıldırdılar. En iyisi orada yapılıyormuş. Koşarak konuşlandık masaya oradan meze seçmeye. Küçük bir sürpriz bizi bekliyor.. Tüm yol boyunca hayalini kurduğumuz midyeler bitivermiş. Aquadis yok dediler. Ağlamaktan hallice, acısını çıkarırcasına tüm deniz mahsullerini süpürdük. Rakıları devirdik. Az küçük atışmalar, sigortacılık münazaraları, herkesin en maharetli olduğu yemek tarifleri, küçük küçük dedikodular falan derken geceyi kazasız belasız bitirdik.
Herkes artık uyku vakti geldi şeklinde otellere dağılırken, biz klasik 4'lü Nuri'nın Kırmızı barında az tekila, az bira ve Bora'nın Nuri ile olan üniversite maceralarını dinlemeye devam ettik. Güldük de az hani.. Her şey çok güzeldi. Ama bence o kadar fotoğraf arasında en havalısı Tuna'nın pozuydu tabii :) İşin sırrı sanırım tam olarak poz vermemekte.
Spontane

Spontane bir tatil, en iyi böyle olurdu sanırım..
Herkesi tekrar öpüyorum..





Kramp anlarının seksi poza dönüşmesi ve her şeye rağmen mayıs ayında yüzebilmek :)








kadınlar klübüne hoş geldiniz..













kahvaltı sokağımız, çiçek bahçesi gibi




















Yasemin doğuştan pozcu tabii, çok da havalı, yola yeni düştüğümüz zamanlardan kalma bir kare

 Adı Keş ve ben onu çook sevdim.. hem de kahvaltı yaparken bile sevdim ve yanımda ellirini yıka diye dırdır eden kimse olmadan  :)
 LesPermagon'da hem hamak keyfi hem de yemek keyfi :)) reklam gibi olmasın ama hepsi çok güzeldi.












Haremlik-Selamlık teleferik maceramızdan 2 kare - bu gidiş yolu.. dönüş yolunda bize meydan okudular ve hatunlar ile erkek kısmı ayrı takıldık!!!



 Yine dönüş yolunda az yorulmuşuz vs. Benim ayaklar bitik tam bu ara..
 Anfi tiyatronun en üstünde..

 Türlü maymunluklar
 Az rakı
 daha çok rakı
 az bira tekila
Tuna is  the best!!!








daha yakından çekmek için ezmemiz gerektiğini fark edince, zumlama yöntemine başvurdum tabii :D

6 Mayıs 2015 Çarşamba

seçimden az öncesi dangalaklığının bekası :D

İnsanları pek sevmediğim zamanlar olur.
Ama
Düşüncesinden dolayı sevmediğim insan pek olmaz.
Hatta düşünemeyenlerle bile belli noktalarda uzlaşılabilir.
Sevmediklerim, düşüncemden dolayı beni sevmeyenler.

Üniversiteyi ilk kazandığım sene, ülke genelinde Tarih Bölümlerinin baskın derecede milliyetçilerin/ülkücülerin/muhafazakarların hakimiyetinde olduğunu biliyordum.
Hem öğretim kadrosu, hem öğrenci popülasyonu olarak.
Bunu pratik olarak hiç tecrübe etmemiş ben, 1 hafta gecikmeli başladığım Uludağ Üniversitesi, Tarih sınıfına adımımı atar atmaz, bu gerçekle yüzleştim.
28 Şubat mağdurları-Sızıntı ekibi-Milliyetçi Muhafazakarlar ve Şeker kızlardan gayri, pek etli sütlüye karışmayacak, mezun olalım da uzaklaştırma almayalım ama niyetimiz iyicilerden ortaya bir karışık...
İlk ders, Metodoloji (hafızam beni yanıltmıyorsa).. O günlerde yine gündemde Ermeni Soykırımı... Sınıf söz hakkı bile almadan birbirini onaylayıp curcuna ve gürültüyle yuvarlanıyorken, ilk söz hakkımı kullanmak için elimi kaldırdım, kendimce, hani çok da göze batmayan ama değişik bir bakış açısını dile getirmeye çalıştım. Hoca ismimi sordu, yanlış hatırlamıyorsam ismimin yanına küçük bir işaret koydu..
Ama o hocanın sınıfta ilk benim ismimi öğrenmiş olması da buna denk gelir. İkinci derste bunu da tecrübe ettik tabii..
İkinci haftada, bir köşede toplanmış beş altı erkeğin, komünist bu dayak istiyor.. dediklerini  duyduğumda, yüreğim daralmadı değil.. Hani şey gibi... Çocukken daha ateist olduğum için mahalleden bazı arkadaşlarımın benden korktuğu, solcu (artık orta okul sıralarından bahsediyorum) olduğum için, anarşik damgasıyla yadırgandığımı falan unutmamıştım.
O zamanlar yani çocukken bu kadar hoşgörülü değildim tabii. Hoşgörü de büyüdükçe öğrenilen bir şey..
Neyse 4 sene boyunca, kendi bölümümden arkadaşlarımda çok az iletişim kurabildim. Bir kaç değerliyi tenzih ederek konuşmam gerekirse, zamanla birbirimizden nefret etmememiz gerektiğini bile öğrendik.
Hayatım boyunca da böyle oldu tabii, bazıları ateist olduğum için cayır cayır yanmam gerekmediğine, özümde iyi bir insan olduğuma :) karar verdiler. Ben de bazılarının gerçekten özünde iyi insan olduğunu gördüm..
Daha önce de söylediğim gibi Felsefe grubundandı çoğu arkadaşım. Onlarla da çılgınca tartıştığımız, bazen orta yolu bulamadığımız zamanlar oldu. Yine de birlikte mücadele ettik tabii. Birlikte yargılandık, göz altına alındık, dayak yedik, okuduk, toplantık, araştırdık, klüpler kurduk, geziler düzenledik vs.
Bilgi de hoşgörü gibi eklenerek gelişiyor, büyüyor.
Mezun olduk, işe ilk başladığım zaman Ramazana denk geldi. Ramazanda klasiktir, oruç tutmayana niye tutmadığını sormak. Yeni tanışmışız insanlarla, yalan da söylemek istemiyorum tabii, üç beş arkadaşı alt kattaki pasaport odasına çağırdım, hatırlıyorum.. Size bir şey açıklayacağım dedim. Oruç tutmuyorum çünkü ben ateistim..
Ay ne zormuş hayat, şimdi sormayana bile bazen bir çırpıda söylüyorum..
Seçimler yaklaşıyor, daha önce (ilk seçmenliğimde) ÖDP'ye oy verdiğim için bölücü, boş oycu falan ilan edildim, edildik ÖDP'nin yeni kurulduğu zamanlar, 90'ların sonları..
Sonra boykot ettik, bizim temsicimiz yok dedik, uzun uzun üşenmeden anlattık nedenlerimizi , olmadı. Yine sevmediler bizi :)
Şimdi yıllar sonra, HDP dedik. Yani çocuk katili/terörist/bölücü/tanımsız küfürler vs bir yana, 36 yaşında bir kadınım. Ne okuduklarımı ne yaşadıklarımı yarıştırma niyetim yok tabii, ama
Neden CHP değil? sorusu mu çok ironik, Şaka sanırım, şaka yapıyorsun!! refleksi mi bilmiyorum ama, ezber hezeyanlardan gına geldi.
Geçen bir taksiciye kime oy kullanıyorsun diye sorduğumda bana MHP dedi. İnanmayacaksınız ama Kastamonulu arkadaştan nefret etmedim, hatta, AMAN TANRIIIIM, nasıl olur neden?? diye sormayan bir HDP seçmeniyim. Ve "Bahçelievler katliamından' beri MHP'den nefret ederim..

Uzun lafın kısası, kimseyi hoşgörüye çağırmıyorum.
Ancak vur-kaç politakası yapmadan da sohbet edebileceğiniz farklı düşünceden arkadaşlarınız, tanıdıklarınız olmasını diliyorum sizin için.
Biraz daha büyüyünce sekterliğinizden kurtulmanızı (tamamen kendiniz için), başkalarına sorduğunuz soruların aynını kendinize sormanızı, veya aynı soruların size sorulduğu ve bir uzaylı gibi hissettiğiniz ortamlar diliyorum size.

İnanın ki bu dileklerim hiç de kötü niyetli  değil.
Ama bir düşüncen olması güzel de be arkadaşım, tek düşünce senin düşüncen mi, senin düşüncen-senin düşüncen mi, biraz da ona bak bari.



Not: Bu yazı çok biraz törpülenmiştir