24 Şubat 2015 Salı

!f İstanbul

Geçen seneleri çok hatırlamıyorum ancak bu sene 3 tane çok iyi yapım izlemeyi başarmış biri olarak gururluyum :)

Boreg (Ben Gibi),  İsrail http://www.imdb.com/title/tt3751304/reference











Nar Dyrene Drommer (Hayvan Düşü), Danimarka http://www.imdb.com/title/tt2818178/reference












A Girl Walks Home Alone at Night (Gece Yarısı Sokakta Tek Başına Bir Kız), ABD http://www.imdb.com/title/tt2326554/reference



















Genelde her festivalden en azından bir filme gitmek için uğraşırım. Bu sene  de sanki bilerek gündeme paralel olarak izlediğim üç film ayrı ayrı kadın hikayeleriydi.
Boreg, Filistinli Müslüman ve İsrailli ateist bir kadının iç içe girmiş hayalleri geçmişleri ve hayatları üzerine şekillenirken, Danimarka yapımı olan Hayvan Düşü (orjinal ismini yazmakta zorlanıyorum ) ise Danimarka'da Thyboron adlı bir balıkçı kasabasında, daha sonradan neden öyle olduğunu öğreneceğimiz sakat annesine bakmak zorunda olan genç bir kızın değişim hikayesi. Erkek egemen bir dünyada var olmaya çalışan, geçirdiği değişimi anlamaya çalışan bir genç kadının hem varlık gösterme hem de kendini tanıma hikayesi.
Büyük bütçeli filmlere nazaran çok naif dönüşüm sahnelerinin akılda kalıcı olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
En son olarak, İran yapımı olarak düşündüğüm ama sonrasında ABD yapımı olduğunu öğrendiğim, ilk İran vampir filmi olarak kendinden bahsettiren ve uzunca bir süre de hafızalarımızda kalacağına inandığım Gece Yarısı Sokakta Tek Başına bir Kız. Evet filmde İran'la ilgili olan en baskın şey, dilinin Farsça olması. Bu doğru. Ancak hangi coğrafyadan olursa olsun, filmdeki 'kahraman'ın bir öteki kadın olduğunu belirtmek istiyorum. Vampir kadınımız, kendince sokaklarda dolanıp (ve evet tek başına ve evet gece yarısı ) hak dağıtan bir günümüz "canavarı". Filmin baştan aşağı siyah beyaz çekilmesi, film müziklerinin yenilebilecek kıvamda  olması ve içinde fantastik bir aşkı barındırması bir araya geldiğinde bence çok hoş bir iş çıkmış. Öyle ki, film bittiğinde bile, bir süre yerinizde oturmaya ihtiyacınız oluyor.
Görüntü yönetmeninin gözlerinden öperek, herkesin muhakkak izlemesi gerektiğini söylemek istiyorum.
Başrol oyuncusu çocuk İranlı bir James Dean adeta.
Kızımız ise İranlı, hatta kara çarşaflı bir vampir değil yalnızca, içeride gotik bir yabancı da :)







23 Şubat 2015 Pazartesi

87. Akademi şaşkınlıkları ve ben zaten biliyordumları..

Türlü badireler atlattım.
Umut insanın ekmeği tabii.
İlk önce salonda kurulu olan Digiturk'ü odama taşıma planım tam bir fiyaskoydu.
Sonra iş saatleri içinde Digiturk müşt. hizmetleriyle yaptığım telefon görüşmesi sonucunda, her yerde uygulamasıyla rahat şekilde izleyebileceğimi öğrendim ki, saatler sonra iç rahatlığıyla eve gittiğimde,
simultene tercümenin şovun üzerine yapışmış haliyle karşılaştım. Neil Patrick Harris'in başarısız sunumuyla hiç ilgilenmiyorum, ancak bir kaç saniye sonra gelen türkçe dublaj iç baymaktan halliceydi, ve kalitesiz de olsa tüm komiklik şakaları kaçırmak istemiyordum...Sonradan tekrar müşt. hizmetleriyle yaptığım konuşma sayesinde bu konuda hiçbir şey yapamayacakalarını öğrendim ve tam umutlarım tükenmek üzereydi ki, yardıma yetişen kardeşim şovu olduğu gibi internetten indirebileceğimi akıl etti. İndirdim.
Aradan iki saat geçmişti ki, tam vurucu son saatinde, dosya kırık çıktı. Ve hayır, sinir krizine girme zamanı değildi.
Uzandığım yatağımdan kalktım, bilgisayarımı açtım ve öyle veya böyle sonuna kadar izlemeyi başardım.

Bu hastalıklı takıntıyla ilgili  tabii ki savunacak hiçbir şeyim yok. Oscar ödüllerini ciddiye almayan dolusundan sinemacı veya sinemasever var ve gerçekten ödül töreninden bir çok ödülle dönen İnnaritu'nun da dediği gibi, sanat yarıştırılamaz çünkü onun başarısı zamanla belli olur.

Ama sonuçta bu bir eğlence ve bazen de olsa güzel şeyler yakalamak mümkün.

Bu sene birbirinden iyi adaylıklar arasından hangisinin en iyi olduğuna karar vermek yerine, hangisi kazanırsa kazansın üzülmeyeceğim kafasındaydım.
En iyi film dalında yarışan sekiz filmden, ileriki zamanlarda bile American Sniper'ı izlemeyi planlamıyorum, ancak ne yazık ki Selma'ya da yetişemedim.
Bunun dışındaki altı filmle ilgili düşüncelerimi daha önce buradan yayımladığım sinema yazılarından bilirsiniz.
Ama... Bazı durumlara gönül koydum söylemeden geçemeyeceğim.
Richard Linklater, benim için muhteşem bir yönetmen ve oradaki bir çok yönetmen de aynı şekilde. Yine de ustaca çekilmiş sahneler, peygamber sabrı ile zamana karşı oynaması ve doğaçlama senaryosu toplamında Boyhood filmiyle en iyi yönetmen ödülünü alamaması bir saçmalıktı.
Aynı şekilde en iyi film müziğinin Hans Zimmer'e gitmemesi karşısında da kafam karışmadı değil.
En iyi uyarlama senaryonun Imitation Game'e gitmesine biraz şaşırmak üzereydim ki, Graham Moore'un yaptığı öteki konuşmasıyla kalbimi fethettiğin söyleyebilirim. Yine de Imitation Game'i senaryo olarak çok güçlü bulmuyorum ve karşısına tamamen Whiplash'i koyuyorum. Olmadı..
Unutmadan, yabancı dilde film adaylarından yalnızca ödüle kavuşan Ida ve Mandalinalar'ı izlemiş biri olarak, benim ödülüm çoktan Mandalinalar'a gitti. Ama kabul ediyorum Ida da baya iyiydi..

Beklenenler bölümünde ise, daha performansının ilk dakikalarında 'kesin bilgi' ile kitlelere fetheden J.K. Simmons
Eddie Redmayne için ne diyeceğimi bilemiyorum ki kendisi Stephan Hawking'in yeniden hayat bulmuş formu gibiydi.
Ve Patricia Arquette, öyle doğal ve sıradan ve inandırıcı bir şekilde oynamıştı ki...
Ve her zaman benim kadın favorilerim arasında olan Julianne Moore'un bugüne kadar hiçbir Oscar ödülü kazamamamış olması bile, akademi ödüllerinin saçmalık olduğunun başka bir ispatıydı. Sonunda oldu :)

Yani oyunculardan yana hiçbir sıkıntı yok. Hepsi yerli yerinde.

Wes Anderson'un durmadan teşekkür alması ve Lobby Boy'un durmadan kameralara karşı gülümsemesi çok sempatikti.
Ama Sinematografi'de neden Birdman?? Ben pek anlamadım...
Yüzde bir milyon Grand Budapest'e gitmesi gerektiğini söyleyebilirdim.
Benim için her zaman torpilli olan Interstellar, aynen de beklendiği gibi yalnızca Görsel Efekt dalında ödülü kapabildi. Olsun. Christopher Nolan kalbimde yaşıyor.

Sonuç: En iyi orjinal senaryo ile benim de beklediğim gibi ödülü kapan Birdman'ın, en iyi film dalında iki güçlü adaydan biri olduğunu düşünüyordum.
Ancak iki güçlü adaydan biri olduğunu düşünmem en iyisi olduğunu düşünmem ile eş değer değil.
Benim için Birdman bu senenin en iyi ikinci filmi diyebilirim.
Birincisi kesinlikle Boyhood, ona da en iyi film oscarını kendi kendime veriyorum.

*Bu arada kim gibi senaryo yazmak isterdin diye sorsalar, yıllarca Innaritu diye cevaplamış biri olarak, yine de ve son kere Richard Linklater diyorum..

Sevgiler..



20 Şubat 2015 Cuma

Özgecan katliamını maske olarak kullanarak, devlet terörünü desteklemek; İDAM

Türkiye'de idam cezası 1984 tarihinden sonra mahkeme tarafından onaylansa da infaz edilmedi.
Türkiye'de idam cezası resmi olarak 2004 yılında tüm suçlar kapsamında kaldırılmıştır.
Türkiye'de 1984 yılına kadar meclisin onaylayarak infaz ettiği toplam idam cezası; 712.
Bunların 15 tanesi kadın hükümlüdür.

İdam edilen kadın hükümlülerin hikayelerini okuyabilirsiniz *

Asıl enteresan olan ise, bugün Özgecan Aslan'ın katliamı üzerinden yükselen idam savunuculuğudur. Küçük bir araştırma sonucunda edindiğim bilgiye göre,

Türkiye'de tecavüz suçu kapsamında idam edilen kişi sayısı 4'tür
Biraz daha altını çizmek gerekirse, Meclisin açıldığı 1920 yılından, idamın resmi olarak kaldırıldığı 2004 yılına kadar "toplumun ıslah edilmesi veya suçun bertaraf edilmesi" maksadıyla tecavüz suçundan idam edilmiş kişi sayısı 4 .
  • Ednan Kavaklı - infaz 1982 (16 yaşında bir erkek çocuğa tecavüz ve boğarak öldürdü)
  • Hüseyin Çaylı - infaz 1983 (tecavüz ettiği çocuğun başını taşla ezerek öldürdü)
  • Osman Demiroğlu - infaz 1983 (12 yaşında bir kız çocuğuna tecavüz ederek öldürdü)
  • Şener Yiğit - infaz 1983 (Avusturya büyük elçisinin eşine ve kızına tecavüz edemediği için av tüfeği ile öldürdü) (1)

Türkiye'deki infaz edilen toplam idam cezalarının büyük çoğunluğu
siyasi kapsamdadır. 712 sayısı burada yalnızca meclisin onayından geçerek resmi kayıtlara girmiş infaz sayısıdır. Bunun dışında Türkiye'de yalnızca İstiklal mahkemelerinin infaz ettiği toplam 1500-2000 arası idam olduğu tahmin edilmektedir.

Caydırıcı olduğu iddia edilen bu cezanın on yıl önce kalktığı bu topraklarda, ortalama yılda 15 bin tecavüz davası açılıyor.
Genel olarak:
  • Her 5 kadından 1'i hayatının bir noktasında tecavüz veya tecavüze teşebbüs kurbanı oluyor. ABD'de bu sayı 4'e düşmektedir.
  • Dünya kadın nüfusunun %10'u hayatlarının bir noktasında tecavüze maruz kalıyor.
  • Dünya çapında tecavüz kurbanlarının %10'unu erkekler oluşturuyor
  • Her kız çocuktan biri ve her erkek çocuktan biri 18 yaşına gelmeden cinsel istismar veya tecavüzle karşılaşıyor.
  • Tecavüz kurbanlarının %70'i tecavüzcüyü tanıyor.
  • Tecavüze uğrayan kadınların %54'ü bunu 18 yaşına gelmeden yaşıyor
  • Güney Afrika'da her gün 147 kadın tecavüze uğramaktadır.
  • Fransa'da her yıl 25.000 kadın tecavüze uğramaktadır.
  • ABD'de her 90 saniyede bir kadın tecavüze uğramaktadır
  • Türkiye'de kadınların %35.6'sı bazen, %16.3'ü sık sık aile içi tecavüze uğruyor.
  • Türkiye'de her 4 saatte bir tecavüz veya tecavüze yeltenme suçu işlenmektedir. (2)

Uluslararası Af Örgütünün verilerine göre 2012 yılında dünya çapında 1923 idam cezası verildi.
2013 yılında toplam 22 ülkede en az 778 kişi infaz edildi.
İdam cezasının en fazla uygulandığı ülkeler:

  • Çin (tek başına tüm dünya ülkelerindeki sayıyı aşıyor)
  • ABD
  • Pakistan
  • Afganistan
  • Hindistan
  • Ortadoğu
  • Arap Yarımadası ülkeleri
  • Afrika ülkeleri
Woman Stats Project 2011 rakamlarına göre tecavüzün en yaygın olduğu ülkeler birinci grup:

  • Afganistan
  • Hindistan
  • Pakistan
  • Suudi Arabistan
  • Yemen 
  • Irak
  • Suriye
  • İran 
  • Ürdün
  • Diğer Afrika Ülkeleri

İkinci Grupta, Çin ve niyahet üçüncü grupta Amerika yer alıyor (3)

Dipnot olarak Yöntemler ve Suçlar:
2013'te uygulanan yöntemler arasında başını kesme, elektrikli sandalye ile infaz, kurşuna dizme, asma ve zehirli iğne ile infaz bulunuyordu. İran, Kuzey Kore, Suudi Arabistan ve Somali'de halka açık infazlar gerçekleşti.

İnsanlar hırsızlık, uyuşturucu ile ilgili suçlar ve ekonomik suçlar gibi öldürücü olmayan suçlar sebebiyle ölüm cezası aldı. Bunun yanı sıra "zina" ya da "dine hakaret" gibi aslında hiç suç olmaması gereken eylemler sebebiyle de ölüm cezası verildi. Çoğu ülke muğlak bir şekilde tanımlanmış siyasi "suçları", gerçek ya da öyle algılanan muhalifleri infaz etmek için kullandı. (4)

TDK'ya göre İdam: Bir suça karşılık gelen ve kişinin ölümüyle sonuçlanan ceza.
Vikipedi'ye göre İdam: Bir Devletin suçun karşılığı olarak mahkumun hayatına son vermesidir.

Aslında çok basit manada devletin kendi eliyle işlediği cinayetten başka bir şey değildir. Ve evet kısasa kısastır. Devletin kendi gücünü kullanarak aldığı intikamdır. Devlet terörüdür, tüm yasal haklarını kullanarak eyleme geçirebildiği için sınırları belli değildir. Görece ve çıkara göre yorumlanma ve infaz edilme ihtimali her zaman çok yüksektir. İstatistiksel olarak da bu ispatlanmıştır. Ancak asıl mesele tüm bu orman kanunları protestosu veya insanlık suçu çığlıkları bir yana, bir kerelik bile olsa yanılma payıdır. Bu yanılma payının telafi edilemez oluşudur. Ve en korkunç tarafı da bunun devlet tarafından yapılıyor olmasıdır. Resme bir adım geri gidip baktığımız zaman gördüğümüz tablo, bir araya gelmiş bazı seçilmişlerin toplanarak birinin hayatına son verme hakkını kendinde bulması veya bizim o kuruma bu hakkı vermiş olmamız.
Ve devlet asla ceza almayacaktır.

Örnekleme:
Şimdi size 17 yaşında idam edilen Erdal Eren'den veya tarihin karanlık bir köşesinde kalan Socrates'ten bahsetmeyeceğim.
Siyasi erk, kendi varlığını devam ettirmek için, kendi gibi olmayanı yok etmeye yönelik, bu uygulamayı hayata geçirmiştir.
Farklı olarak aşağıda 2 adli vakadan gidersek;

George Stinney, ABD'de 14 yaşında, iki beyaz kız çocuğunu öldürmek suçundan,  iki buçuk
saat süren! mahkeme sonucunda suçlu bulunup, elektrikli sandalyeyle idam edilen siyahi çocuk.
Ölümünden 70 yıl sonra suçsuzluğu ispatlanmıştır.
Huugjilt, İç Moğalistan Özerk Bölgesinde 1996'da umumi bir tuvalette bir kadına tecavüz edip onu öldürmek suçuyla idam edilmiş 18 yaşındaki genç. Yıllar sonra gerçek katilin itirafı ile suçsuzluğu gün yüzüne çıkmış.
Tüm deliller kişinin suçlu olduğu yönünde olsa bile, 'yüzde' küçük bir ihtimal siyasi erki, telafi edilemez bir karar vermekten alıkoymak zorundadır. Ayrıca bu kesinlikle istisnalar kuralı ile de meşrulaştırılamaz. Çünkü buradaki istisna, 1 kişinin hayatıdır.

Son günlerde yaşananlar ışığında yükselen çığlıkların özellikle tecavüz suçu kapsamında 'hadım etme' 'idam etme' olarak sahneye çıktığını görüyoruz.
Burada da unutmamamız gereken şey, tecavüzü ve işkenceyi kendi varlığının temelinde meşrulaştırmış bir sistemin, devletin bunu, kendi işlediği suçu ortadan kaldırması için ceza olarak kullanmasından daha komik ve acıklı bir talep yoktur.
Meali; tecavüzcü bir erkten tecavüzü en ağır şekilde cezalandırmasını bekliyoruz!

Yine aynı şekilde bu ülke cezaevlerinde, hem erkek hem kadın tutukluların yaşadıkları her türlü işkence ve tecavüz suçundan bahsetmeyeceğim
Ancak ıslah evleri ve çocuk esirgeme kurumu içinde yaşananları sorgulayabiliriz sanırım.
Devlet yetkililerinin bu suç kapsamında aldıkları cezalara da küçük bir araştırma sonucunda kolaylıkla ulaşabilirsiniz.

Ek: Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, dünyada 1-14 yaş arası 40 milyon çocuk istismar ve ihmale uğramakta.

Tecavüzün suç kapsamına girebilmesi için "çocuklarınıza çığlık atmayı öğretin" diyen bu devletin adalet bakanının bakış açısı, evrensel insanlık değerlerine ne kadar yakın olabilirse eğer, herhangi bir suç kapsamında idamı savunmak da o derece yakındır.
Cezanın caydırıcılığı; korkunçluğu veya vahşiliği veya şiddeti ile doğru orantıda olsaydı sanırım özellikle Orta Çağ'da bin bir türlü işkence yönteminin meşru olarak kullanıldığı dönemlerde her türlü suçun ortadan kalkması beklenirdi.
Belki başka bir noktadan bakabilirsek, suç oranının düşmesi için konsantrasyonu olan, birikimli, bilim ve sanatla uğraşan, eğitimli insanlar nesiller yetiştirmemiz gerekebilir.
Tabii ki bu eğitimli insanların suç işlemeyeceği anlamına gelmeyecektir ancak, bunun istatistiksel olarak suç oranını düşüreceği aşikar.

Gerçek bir toplumsal utanç ile biten N.Ç davasından, Özgecan'ın vahşice katline, Pozantı Cezaevinde yaşananlardan, Gebze'de cesedi bulunan İtalyan sanatçı Pippa Bacca'ya, 17 yaşında, Erzurumda bir parkta tecavüze uğrayan zihinsel engelli C.Y'den, 8 çocuk tarafından tecavüz edilen 2 bebeğe, sosyo-ekonomik güçleri olmasına rağmen tecavüze/tacize uğradıklarını uzun yıllar konuşamayan "bağımsız" kadınlardan, evde kocalarından, babalarından, abilerinden şiddet görenlere, cinsel tercihlerinden dolayı hem fiziksel hem sözel şiddete sistematik olarak maruz kalan erkeklerin, kadınların ve çocukların vebali yalnızca bu sekter, köktenci ve faşist devletin boynunadır.
Bunu unutmamak lazım.

İdama Hayır.
Zaman bu suçu körükleyen ve kendi nezdinde işleyen anlayışla ve gericilikle mücadele etme zamanı.















13 Şubat 2015 Cuma

sevgililer günü is coming!


şubat hoştur
ispatı:
yanlış hatırlamıyorsam, öğrenciye yarı yıl tatili, mis.
sonra, az çeker! maaşlı çalışan için mükafattır.
kış bitmek üzeredir (yani yazın bitmesine daha çok vardır psikolojik bozukluğu için birebir),
bir de küresel ısınma ile birlikte son kere havada kar görme ihtimali vs.
(lütfen mart kapıdan baktırır geyiklerini kendinize saklayın)

hö! bir de sevgililer günü mevzusu var ama entelektüel takılıp kuul havamla bunun üzerine pek düşünmemişim gibi yapmakla, aslında gerçekten çok düşünmeye de gerek yok bilinci arasında kaldığım içim biraz karışığım.
tamam tamam, anlamsız cümlemi biraz rayına oturtayım.
sevgililer günü sevgilisi olana iyidir tabii. gerisinde bir burun bükme hali (milyor kere haklı olarak)
hani şöyle:
sevgilinin olmamasına mı yanmalı yoksa o kırmızı-pembe rengin her tarafta göze sokulmasına mı, bir de sosyal medyada aşk paylaşımları (herkesler biricikleriyle bir yerlerde ve birbirlerini aşırıııı seviyooolaa havaları) genel olarak leğene kusmalı falan.

sevgilisi olanlar da kendi aralarında ikiye ayrılıyor.
erkekler ve kadınlar olarak.
erkekler: unutmanın kıyısında gezme, unutmak üzere olma, unutmak için çırpınma ve unutma olarak kendi aralarında hiç ayrılmıyorlar (net)
ortalama bu cins kendi arasında asla günün bahsini etmeden yok sayma politikasıyla ünlenmiştir
kadınlar da kendi aralarında bilmem kaça bölünerek,
öğh tam bir tüketim günü!
benim de hiç umurumda değil böyle şeyler, bana her gün sevgililer günü gerçek 'aşıkları' :o
istemem yan cebime koycular
kendinden geçmiş bir tazmanya canavarı edasında kutlama merasimi sapıkları.
bir de kıyıda kalmış, olsa da olurcular, fark etmezciler var.

sonuç:
tamam önemli değil, her şey zaten indirimde, bir hediye alırız veririz, "geçse de gitse" fikri çoğunlukla hakim gibi görünür ama yanıltıcıdır.
bugün özel bir şey yapmak zorunda değiliz ama özel bir şey yapılmazsa üzülme, yapıldığında ise, ne gerek vardı... tepkileri ile bünyeleri sarsan dengesizlikler.
çiçek ortalama her sınıftan-fikirden kadının yüzünde anlamsız bir gülümsemeye neden olur (ki her boku bilirci isviçreli bilim adamları bile henüz nedenini çözemediler) ve sonra alınan çiçek bilgisi kendi hemcinsleriyle kati bir surette ( tavrı, yukarıdaki şıklardan hangisine mensup olduğuna bağlı olarak değişir) paylaşılır.
erkekler asla çiçek almamakla nasıl övünürlerse öbür cinste tam tersi anlayacağınız.
önemli olan her zaman düşünmek klişeleri mikemmel satar amma yalnızca
arkadaşlar arasında.
sevgiliyle baş başa kalındığında durum başkadır, çoğu zaman bu sır gibi saklanır.

neyse iyisiyle kötüsüyle bir sevgililer günü  daha gelmek üzere.
kimsenin birbirini yemediği :)) bir gün, bir de sevgilisi olmayanlara  da allah gönüllerine göre versin! dileklerimle bitiriyorum.


6 Şubat 2015 Cuma

arkadaşlar geri gelir, aşk geri gelir

Meg Ryan'ın Mesajınız var filmini çok severim. Filmle ilgili hatırımda kalan güzel şeylerden bir tanesi de,sabah evden çıkıp, o kitapçı dükkanını varmak için kat ettiği yolla ilgili. Starbucks'a uğrar kahvesini alır mesela. Sonra yüzünde gülümsemeyle yürür. Boynunda ince bir atkısı vardır. Onun da saçları kısadır. Severek çalıştığı bir yere gitmenin verdiği iyi his, güzel insanlarla bir araya geleceğini bilir. Bir de soğuk bir havada, güneşli bir sabahta geçiyor sahneler. Bir de kitaplar var. Baba filmi var, Jane Austen var. Yani filmle ilgili her şey biraz umut dolu. En azından benim hatırımda..

Elimde kahvem eksikti ama sorun değil. Çünkü ben kahve içmem. 
Böyle sabah saatleri, her sabah gibi,  Zorlu Center'ın meydan katında yürüyorum..
İş yerime ulaşmak için, tüm A plus markaların vitrinlerinin önünden geçiyorum. Çoğu zaman vitrinlere bakmam bile ama bugün öyle değildi. İçim kıpır kıpır. Kimi yeni bir koleksiyonu sergilemenin arifesinde, kiminde yılbaşı dilekleri hala devam ediyor. Yeni trend ceketler, eteği fırfırlı elbiseler, klasik ekoseli atkılar, bazı şeyler gerçekten çok güzel. Ama diğer tarafta, insan bunu da asla giyinmez ama üstüne milyor dolar döken enayiler var diye kıkırdarken ben.. spotify'dan çıkıp, kendi listemden rastgele bir şarkıyı tıklıyorum.

Ölümden sonra hayat var,gördüm
Kaç kere öldüm
Kalbini mi kırmış
Kim kırmış
Ne yapmışsa unut

Geçmişi bırak yoluna bak
Herşey yenilenir
Hayat geri gelir
Arkadaşlar geri gelir
Aşk geri gelir

Günün sabah saatleri  dedik ya hani. Aslında bugünle ilgili çok güzel bir şeyler var. Mesela Cuma. Mesela hava bir bahar edasında. 
Üzerimde kırçıllı bir ceket, altımda dolabın derinliklerinden bulduğum eskimiş bir kot pantolon. Daha çok şişman gösterir diye tereddüt etmeden giyindiğim çizgili kazağım falan. Güneş gözlüğümü yanıma almadığım için biraz üzüldüm ama, güneş güzel hissettiriyor. 
Artık saçlarım bir hayli kısa, yine de çoğu zaman topluyorum. Bu sabah öyle yapmadım ama. Karman çorman olmuş küt saçlarımı serbest bıraktım.
Sonra Zorlu'dan çıkıp, yoldan karşı kaldırıma geçiyorum ve bu sabah büfeye uğramadan direkt çocuk parkının içindeyim. Bizim o parkta dolu köpeklerimiz var. Sıcağı görmüş mayışmışlar tabii, değişik köşelerde uzanıyorlar. Özeniyorum.
Biraz daha vaktim olsa bankta oturmak isterdim. Çok sevdiğim ama uzunca bir süredir dinlemediğim başka bir şarkıyı dinlemek, biraz değişik şeyler düşünmek vs.
İş vakti ve ben parkın bittiği yerde başlayan merdivenlerden aşağı iniyorum, yüzüm gülüyor. Ofisten içeri giriyorum, sevimli günaydınlar, bıcır bıcır birileri de var. 
Mutlu bir gün olabilir. 
Bugünün değerini isterseniz bilin. İsterseniz bilmeyin, bir yerlerde yine de mutlu, yüzü gülen sevgili insanlar var.
Hava o kadar güzel ve umutlu ki, herkese çok harika cumalar diliyorum.