17 Ağustos 2011 Çarşamba

Ders 1: Psikolojiden Çıkış

Yok işte bir kaç şarapnel parçası
parça etkili bomba,
düşük yoğunluklu savaş,
uzun menzilli silah...Ardı ardınca bir kaç belirtili isim tamlaması

Düşünerek kendini yok eden kadın,
Düşünmeden yok olan adam.. İnsanın bilmem ne halleri!

Biraz can sıkıntısı,
biraz pişmanlık,
çoğu zaman ne oldum bilmezlik,
kıt akıl,
az kendine dönüş... Oradan buradan ortaya saçmalıklardan biraz karışık!

İçindeki şiddeti bastıramama,
bastırsan da algılayamama,
utanmadan  en dibe düşme,
düştüğünde alna saplanmak istenen çatal,
bileğin dikey kesilmesi,
enseye balta-beyinciğe tava darbesi,
duvarlar boyu tırnak geçirme,
kalemlerin bir bir kırılması....Psikolojiden çıkış!

Düşünün ki bugün daha çarşamba, bir yerlerde haftaiçinin haftasonu diye geçiyor. Yani ptesinden iyi, belki cumadan az kötü. Cuma bir yerlerde en mübarek gün olsa da, çoğu yerlerin kesinlikle en sevileni hani. Cumaya yalnızca iki gün kaldı. Bugünü saymassak tabi. Ben en iyisi mi bugünü hiç saymayaydım:))

11 Ağustos 2011 Perşembe

Jane Eyre için...

Bir uçurumun kenarından aşağı doğru bırakıyorum bedenimi. Varacağım yer ölüm değil biliyorum. Özgür olmayı özlüyorum. Etiketsiz ve sade. Bir yerlerde kalmışsa biraz naif. Öylesine yaşamayı, plan yapmamayı özlüyorum. Uçmak gibi hani. Sanki eskiden bildiğim de sonradan unuttuğum bir şey. Ekseriyetle yaptığım sonradan bıraktığım. Adını bilmiyorum. Hepsini tek tek deniyorum. Bir uçurumun kenarından aşağı doğru düşüyorum. Her gün aynı saatte. Her sabah aynı ismi zikrediyorum. Fikrimden mi bilmiyorum? Fikirlerimden eskisi gibi emin değilim artık. Ayaklarım kesik, ellerim havada, gözlerim kapalı. Onu tekrar sevmeyi özlüyorum. Bir hikayenin en iyi yerinde bitmesi gibi, en güzel lokmanın kursağımda kalması gibi, tadı hala damağımda gibi... Tekrar sevmeyi özlüyorum. Kimi bilmiyorum, öylesine tasavvur ediyorum. Bir konağı yakmışlar kül olmuş ben kör sevdiğime kavuşuyorum. Filmin son sahnesinde. Yüreğimin tekrar hareket etmesi gibi. Roman gibi. İngiltere kırsallarında. Jane Eyre'e özeniyorum. 'Ruhumun ruhuna ulaşması gibi' diyor. Ben pek ruhlara inanmıyorum. Dünyevi olmayanı reddediyorum. O zaman hayallerimle mi besleniyorum? Cevabım çoğunlukla HAYIR. Çoğunlukla yalan söylüyorum. Kimseye çaktırmadan. Kendimce. Gayri sarih oluyorum. İstemeden. İteleniyorum.

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Yeni Yaş

Yorgunluk ve yaşlılık arasına sıkışmışlık yaşamamak için bir şeyler yapmak lazım. İnsan olduğunu hatırlamak için, durmadan geçmişi düşünüp iç geçirmemek için, iç erincini kaybettiğin anların anlık olmaktan çıkmaması için....
Bugün yeni yaşımdayım.
Geriye dönüp bakmakla ahiret teorimi doğrulama tezim arasındaki sıkı ilişkiyi bozmamaya çalışıyorum.
Ölmeden önceki son beş saniyede cehennemi yaratanlardanım hani!
Ölmeden önceki son beş saniyede geriye dönüp baktığımda hiçbir şeyden pişman olmamak mümkün değildir elbet ama en azından bir şeyler üretmiş olmanın hazzıyla gözlerimi yummak istiyorum. Yoksa alternatifi koca bir boşluk.
Ellerimi başımın iki yanına koyup 'ne yaptım ben!' bile diyecek takati kendimde bulamama ihtimalim var.
Son beş saniyede bunu düşünememe ihtimalimin olduğu kadar.
O koca geçmişte, ne kadar sürdüğü hiç önemli değil ya, o koca geçmişte hiçbir şey yapmadığım için neler yapmadığımı düşünüp yıkılma ihtimalim var.
Anlayacağınız en kötüsü boğularak veya yanarak ölmek değil benim için.
İşte biraz da o yüzden cehennemde yanmak, doğranmak, parçalara ayrılmak bana pek koymuyor.
Ben çizginin diğer tarafındayım. Kendince adil olmaya çalışıyorum hayatta.
Yaşama biraz da olsa kendice bir değer katmak istiyorum.
Benim azabım olduğu gibi burada. Kimseye biat etmeden yaşamak istiyorum.
Bunun adına ne kadar yaşamak denebilirse işte.
Ucundan doya doya....