3 Haziran 2013 Pazartesi

gümbür gümbür, iki fidan

Uzunun kısası bir yazı olması gerekiyordu. Çünkü anlatacaklarım yalnızca 5 günlük  bir gezi parkının ve iki fidanın hikayesi değildi...

Biz zaten beşinci elementi tahta olarak kabul etmiş bir milletiz. Yalana gerek yok yani. Biz tahtayı severiz. Bir bölümümüz için geziparkında üç beş ağaç, bir taraf için de başbakan.
Tahta önemli yani.
Bir de oksijen meselesi.
İlkokul  dersi misali.
Ama ben yine caanım Cem Yılmaz'ın sözüyle açıklayacağım.
"Hepimiz nefes alıyoruz da, o oksijen içeride ne oluryorsa artık..."

Geç bunları....

Çapulcu: Çapul yoluyla başkasının malını alan, talancı, yağmacı.
Çapul: Farsça kökenli yağma anlamındadır.

Yağma: Ortacağ'daki bir Türk boyudur (uygur ve özbeklerin atalarıdır). Kelime türkçe kökenlidir.
Yağmacı: O boya mensup kişi anlamına gelir :)

Bunda alınacak hiçbir şey olmayabilir. Çok şey de olabilir. Mühim değil.

Yağma: Başkasının malına zorla göz dikme, orayı talan etme, ele geçirme anlamındaysa eğer, ister farsça ister türkçe kaynaktan olsun..

Başkası: Halkın ta kendisi.
Mal: (meta anlamındaki yalnızca) GeziParkı
Yağmacı-çapulcu: Resmi olarak ben bir tek kişi görüyorum, o da oturduğu koltuğundan şöyle bir açıklama yapıyor.

"Yahu, biz o ağaçları kesmedik, yerlerinden söktük"

Peki.

-Sizin memlekette eşek çok mu?
-Bir hayli.

Söze başka yerden devam etmek lazım.

İki ağaç nedir ki?
Gerçek cevap: Hiçbir şey.

Bu memlekette çıkan orman yangınlarında o parktaki ağaç sayısının bilmem kaç misli ağaç yok oluyor.
Doğru.

Bilmem kaç tane tarihi bina, yok yangınla, yok 'restorasyon'la, yok yeni kentleşme adı altında hali hazırda zarar görüyor.
Doğru

Alkol yasağı + kürtaj +  uludere + reyhanlı + emek sineması + ahlak bakanlığı + milli bayram hadiseleri + ayyaş benzetmeleri + thy grevi + tek kişilik iktidar + akil insanlar + kürt sorunu + özelleştirmeler + 3. köprü + işsizlik + kadrolaşma + atamalar......vs : iki ağaç sökme (gezi parkı)

-Bizim memlekette adam hiç yok mu?
-Varmış be abi!?!?

Biraz sıtkımız sıyrıldı, biraz tabii. Ve benim 3 gündür  dahil olduğum, en son dün 6.günündeki direniş, biraz da bu memleketin güneş görmeyen o karanlık yüzünü aydınlatmadı mı dersiniz?

Aklıma Can Dündar'ın (çok haz etmesem de) 12 eylül vuku bulduktan sonra, 13/09/2001'de kalema aldığı O Kadın Niye Sevindi, yazısından bir kesit geldi:

Amerika, şimdi mahallenin bütün haylazlarını patakladıktan sonra nereden geldiğini bilmediği bir yumrukla yere yapışan ve yattığı yerden "Bana ha..." diye sinirlenen kof bir çocuğu andırıyor.

Kof Çocuk ???
Kof çocuk, başka bir kof çocukla karşılıklı oturmuş saz çalıyor... Hey maşallah, başkanım aşağı başkanım yukarı, karşılıklı sazlaşıyorlar. Hazırlanmış sorular, danışıklı cevaplar, tek teke teke teke gidiyor.

Kof Çocuk, oturmuş basın mensuplarının karşısına (basın mensupları dediğime de bakmayın ha!), Reutors muhaberini azarlıyor, arada tekliyor, kekeliyor...sonra sinirleniyor, agresifleşiyor ve hop süre doldu.
Byeeee.

Kof Çocuk, aslında tüm hikayeyi biliyor da yine de boş boş muhalefete yükleniyor. Sanki bunun gerçekten onunla bir ilgisi var gibi. Olayı küçümsüyor, üçbeş günlük heyecan diyor, ben neredeyse kamera karşısından alnındaki endişenin resmini görebiliyorum. Okuyamayanlar için iç ses:
"noliiiii ki yaaaa...."
"şemsiye açılmıyor be paşam"
vs. gibilerinden.

Size bir sır vereyim mi?
Dün meydandaki ufak karışıklık hariç (söze etmeye değecek kadar önemli değildi) ilk defa bu kadar çok bayrağın bir arada olduğunu, olabildiğini gördüm ben.
Tabii ki çok gerçekçi bir resim olmayabilir.
Eylem analizi yapmak derdinde değilim, ama sıtkı sıyrılmış insanların, kaybedecek hiçbir şeyleri yokmuşcasına neler yapabileceğini azbuçuk kafası çalışan herkes de bilir.
Ben o insanların gözünde o sıyrılmışlığı gördüm diyebilirim.

Tabii ki eli cebinde, güneş gözlüğüyle, terlikleriyle, yalnızca vardım demek için, artizlik olsun diye bu işe karışan bir kısım da var. Olsun. Onlar da tuzu biberi olsun bu sefer.

İstanbul İstanbul olalı diyorlar.
Bu sefer şarkı sözü  değil.

Gözleri kapalı İstanbulu dinliyor kof çocuk, dört bir yanda korna sesleri, tencere tava tıngırtıları eşliğinde.
Bu bir şiir değil

Evet yine insanları kaybettik, yüzlerce hatta binlerce insanı gözaltına aldılar ve evet yüzlerce yaralı var...

Bir bölümümüz tazyikli suyun üstüne yürüdük. Düştüğümüz gibi kalkmayı da bildik.
Bir da yavaş ama doğru şekilde bibergazına karşı durmayı öğrendik.
Hatta daha da kaynaştık ve gazın üstüne bir de sigara yaktık.

Bunun adı küllerinden doğmak falan da değil, bunun adı: unutmaki biz o mahallenin haylazlarıyız, demek. Bir de her sabrın bir yere kadar yeri var, biz peygamber değiliz demek.
Biz peygamber değiliz'in altında yatabilecek diğer şeyleri de sen bul demek, hayde bakalım şimdi

Fill in the blanks....


*Arkadaşlar çektiğimden karışık fotoğraflar, hangi gün, nerede hepsi birbirine girdi, üç beş küçük notla buraya ekliyorum hepsini...


Taksim meydanı tam olarak, nereden geldiğinizin bir önemi yok, polis her daim karşınızda, her yolun sonunda. Sizi zehirlemek için bekliyor..
                                                                                      

 Ve tüm ara sokaklar, buralarda savaşanlar bıçkın mahalle çocukları değildi... ne demek istediğimi biliyorsunuz..

 Ve Hayri hoca, hocam yani. Ankaralı bir emekçi bir de devrimci, onunla da eylemin coşkusu sırasında tanıştık. Hafif kalbi ağrıyor ve her bibergazına birlikte direniyoruz. Çok kötü olunca, bir dil altı atıyor, beni gençliğimde görecektin diyor, bir çay ocağında biraz dinlenmek için ara verdiğimizde...



 Yaratıcı memleketim insanı 1, evinde hazırladığı plastik şişeden gaz maskesini keyifle gösteriyor, resmi face demi yayınlayacaksın diye soruyor. Yüzün çok belli değil merak etme diyorum. Gülümsüyor. Eskici cafe çalışanlarına teşekkürler. Tüm halka bu kadar candan kucak açtıkları için..









Taksim Heykel'de buluşalık derken, acaba hep böyle birşey mi istedik ?
Evet doğru görüyorsunuz heykel işgal altında...














Geri çekilme emrine karşın, ellerindeki tüm gazı halkın üstüne boşaltmaktan, tazyikle su sıkmaktan geri kalmadılar. Ben bunların içinden rozet çıkaracak onurda birini göremedim doğrusu...











Ve halkın diğer bir zafer simgesi. Yapılacak inşaatın şantiye kulubesi alevler altında. Nasıl oldu, ne oldu hiç kimse farkına varamadı :D


 Yine pazar günü, öncesinde bıraktığı çöpleri toplayan yüzlerce insandan geriye kalan manzalar... Birilerinin ağzına lafı çarpacak galiba...













Grup yorumla kutlama şenlikleri ve hep bir ağızdan, Haklıyız Kazanacağız....bu sefer gerçek olacak gibiydi..











 Her renkten, ırktan, cinsiyetten insanlar, hepsi büyük bir coşkuyla karşılandı.
Herkese kucak açıldı..





 Gezi Parkında dinlencenin devam ettiği sıralarda, Beşiktaş'tan görüntüler. Zehir üstüne zehir, Akaretler ve Şair Nedim direniyordu!!

 Gırgır dergisinden bir görüntü :)
















Ayağında sandalet olduğuna bakmayın, yalnızca on metre önünde çevik kuvvet, ve attığı her seferde isabetli diyebilirim.

Tam o sırada kardeşim de , Almanya'yı örgütlemiş olacak ki, Nürnberg'den gelen manzalar...





















Yine eylemin ortasında tanıştığım Peren arkadaşım, birlikte siper olduk ve birlikte mücadele ettik ve birlikte direndik doğrusu.... bu da parka girmeden hemen önce..













Okan kardeşim. sanırım dördüncü gün ve altıncı günde birlikteydik. Biraz mola verip, o mola boyunca da devrimden geri kalmamamız, meğer onda ne cevher varmış, ben her defasında şaşırıyorum.
 







Sanırım dördüncü gün yine, nişantaşı tarafları. Maçka parkı, Harbiye, dört bir koldan önümüzü kesmişlerdi, peki bu bizi  durdurdu mu dersiniz ?






Yaratıcı insan manzaları 2, şnorkel ile...
-Hayrola dalmaya mı geldin?
-Evet polise!!

 
Ve son olarak en başta bu eyleme aktif olarak destek vermiş tüm örgütlü örgütsüz herkese,  düştükçe ayağa kalkıp direnmeye devam edenlere, bu sefer gerçekten sinirlenen ve boşvermeyenlere, bunu öncelik haline getirebilenlere, ikincil olarak kimi imkansızlıklardan dolayı da olsa uzaktan korna / tencere sesleriyle buna destek olanlara, kendi mahallelerinde semtlerinde ayağa kalkanlara, kalbi taksim gezide atanlara ve aslında en son ama bir okadar önemli olan tüm taksim esnafına. kafelere, otellere, çay ocaklarına, dönercilere, fırınlara, bakkallara hepsine, hepinize teşekkür ediyoruz. bizim yanımızda olduğunuz ve bize yardımcı olduğunuz, bize kapınızı açtığınız, ihtiyacımız olduğunda bize baktığınız ve bizi savunduğunuz ve bizim için yalan söylediğiniz için. Ve destekçi tüm sanatçılara, avukatlara, doktorlara ve tüm diğer meslek kollarına. sosyal paylaşımlarında geri kalmayanlara... Ana akım medya mensupları haricindeki tüm meslek kollarına tabii ki!
geri kalanlar ise bu utançla yaşamaya mahkumdurlar.

yurtdışından ve şehirdışından destek olan herkese de saygılar, sevgiler..

yazıyı bitirmeden bir not: fatih altaylı allah senin cezanı versin!

1 yorum:

  1. kalemine ve yüreğine sağlık sana vesenin gibi düşünen direnen veboyun eğmeyen herkese teşekkürler

    YanıtlaSil