12 Mart 2011 Cumartesi

iki kişilik bir hikaye


Elinde tuttuğu taş parçasını iyice sıkar. Canı acıyıncaya kadar. Köşeli olan taş elini parçalar. Avucunun yan tarafından bir damla kan süzülür. Toprağa düşer. Ancak o zaman elini açar ve taşın elinden düşmesine izin verir.
Öfkeyle bakar eline. Çizik çizik avucu, yarabere içindedir. Elindeki kan izlerini pantolonuna sürer. Siyah pantolonuna bulaşan kan, ıslaklık izinden başka birşey bırakmaz.
Ağır ağır ilerler. Kafasını öne eğiktir. Yanından geçen insanların omzuna çarpmaları, tam önünde durup sonra yana çekilmeleri, sinirlenmeleri, ve tüm bunların nedeni olarak, kaldırımın ters tarafından yürümesi onu hiç mi hiç ilgilendirmez. Aldırmadan yürümeye devam eder.


Dükkanın kapısını sertçe kapatır. Sarı uzun saçları rüzgarla beraber savrulur. Sinirle önüne düşen saçlarını geriye iter. Cebinden çıkardığı lastik tokayla tepeden topuz yapar. Gözleri kan çanağı gibidir. Kapıya arkası dönük, bir kaç dakika boyunca dikilir orada. Önünden geçen insan kalabalığını izler. Biraz sonra elinde tuttuğu çantasını omzuna asar ve karşıdan karşıya geçer. Hızlı adımlarla yürümeye devam eder. Aklından onu öldürmenin binbir tane yolu geçiyordur. Boğmak, bıçaklamak, kafasını uçurmak, yüksek bir yerden itmek, kafasına bir tavayla vurmk, dikenli teli boynuna sarmak.... düşündükçe ölümün şiddetini arttırır. Bu düşüncelerin hiçbiri onun kendini biraz daha iyi hissetmesine neden olmaz. Adımlarını sıklaştırır. Alçak sesle saydığı sayıları yüzden sonra geri alır. Bir iki üç dört beş.....doksandokuz yüz.... bir iki üç... yüz..... kaç kere saydığını bilmeden ayı hızla yürümeye devam eder. İlk sokaktan sola döner, ikinici sokaktan karşıya geçer, biraz ilerler sağa döner. Bu sefer kaç sokak geçtiğini bilmeden yine ilk sola... bir süre dümdüz yürür. Karşıdan karşıya geçer yine yürür, karşıdan karşıya geçer, yürümeye devam eder..ilk sol sonra ilk sol yine sonra ikinci sağdan yine uzun bir caddeye çıkar.
Tam iş çıkış saati. Sokak çok kalabalıktır. Cebindeki kulaklığı takar. Sesi en sona alır. Ensesenin terini elinin tersiyle siler. Boynuna bağladığı yazmayı biraz daha gevşetir. Rüzgar hızla esmeye başlamıştır. O yine de adımlarını sıklaştırır. Saymaya başlar tekrar. Bir iki üç dört beş altı, on dokuz yirmisekiz doksan!!!
Kaldırımın en sonundan yürüyordur. Herkesin gittiği tarafa doğru. Önünde dikilen adama bakar. Yüzü yere bakan adam hareket etmeden duruyordur. Kimin çekilmesi gerektiğinden emin olmak için sağını solunu kontrol eder. Herkes doğru yöndedir kendi gibi. Onun çekilmesi gerektiğine karar verir. Dikilir. Kıpırdamadan. Adamın yüzüne bakması için başını hafif öne doğru eğer. Kulaklıklarını çıkarır. “hey” der. Sesi sanki hala kulaklık takıyormuşcasına yüksek çıkmıştır. Tekrar eder. Adamın suratına bakmamasına inat öylece durur orada. Şimdi elinde olsa onu da öldürmek istir. “hey” diye bağırır tekrar. Adam ona cevap vermek bir yana, yüzüne bile bakmıyordur. İki eliyle adamı omzundan geriye iter. Tam emin olmasada birkaç adım geri gitmesini sağlar. Ancak adam yine de tam yolunun üstüne dikiliyordur. İki yanından hızla geçen insan kalabalığına bakar. Halbuki yalnızca bir adım yana atsa yolunda hiçbir engel yoktur. Durur. Bu sefer o ilk adımı atmamaya kararlıdır. Yolundan çekilmesini söyler. Yan tarafta yavaşlayıp kendilerine bakan çifti bağırarak savuşturur. İzlemeye meraklı bu milletten çoğu kez nefret ediyordur. Ayağını sertçe yere vurur. “benim yolum” der. Ellerini önünde kavuşturur. “sabaha kadar bekleyebiliriz” der. Adam kendini duymuyor gibidir. Adamın yumruk halinde tuttuğu ellerine bakar. Adamın elinin yanındaki kan lekelerini farkeder. Yaralı olduğunu düşünür. Sonra bu düşünceden vazgeçer. Ona acımak istemiyordur. Temiz yüzlü biri gibi hisseder. Yüzünü tam olarak göremesede. Adam yerden başka bir tarafa bakmıyordur. İçinden çenesinden tutup yüzünü yukarı doğru kaldırmak geçer. Cesaret edemez. Ellerine bakar bir daha. Bir suçlu olduğundan neredeyse emindir. Birini yeni öldürmüş evine giden bir psikopat. Tüm bu istanbul kalabalığının içinde gelip de kendini bulmuştur. Sıkılır. “ilerlemeyecek misin?” diye sorar. Yaklaşık bir on dakika geçmiştir. Yetişmesi gereken bir yer olmadığı için rahattır. Ama adam hiç adım atacakmış gibi görünmez. Arkasına bakar. Geri gitmeyi düşünür. Sonra nereye gideceğine karar veremez. Tekrar o dükkana gitmek, tekrar aynı şeyleri yaşamak istemiyordur. Sıkıntıyla önüne döner. Adam hala kıpırdamadan önünde aynı şekilde duruyordur. Elini kaldırır, arkasına doğru iyice gerer. Hiç tanımadğı bir yabancıya tokat atmanın nasıl birşey olacağını düşünür. Belki de düşünmeye gerek yoktur” der. Elini hızla adamın yüzüne doğru savurur. Aynı anda adam kaldırdığı eliyle onu bileğinden yakalar. Çatık kaşlarının ardından şimşekler çakıyordur. Kinle ona bakar. Sanki onu tanıyormuş gibi. Sanki ömrü boyunca aradığı düşmanını bulmuş gibi. Sanki elinde olsa onu oracıkta öldürecekmiş gibi. Bileği acır. Birşey diyemez. Aklından milyonlarca kelime geçer ancak tek birşey diyemez. Gururundan diyemez. Adamın ter içindeki suratına bakar. En fazla kendinden bir kaç yaş büyüktür. Kan davalısını yakalaşım gibi, infaz edecekmiş gibi kendine bakan adama o da öfkeyle bakmaya çalışır. Bir bileğine bakar bir adamın suratına. En sonunda dayanamaz
“bu kadar mı” der. “yapabileceğin bu kadar mı?” o kızgınlıkla adamın iç cebine götürdüğü elini farketmez. Ancak eli cebinden çıkarken farkeder. Çığlık atmak için ağzı açıldığında başına geleceklerden neredeyse emindir. Adamın cebinden çıkardığı silahın soğuğunu çenesinin altında hisseder. “belki de herşey bu kadardır” der içinden. Adamın yüzündeki ifadede en ufak değişiklik olmadığını görür. Hiç tereddütsüz, kinle kendine bakan yabancıya bakar merakla. Şimdi meraklı kalabalığın içine katıldığını hissediyordur. Son kez gülümser. Bir kez daha gururunun kırılmasına izin vermeyecektir. Klik sesini duyar. Kurşun deliğe yerleşti demektir bu. Hayatı boyunca duyacağı son sesin bu olduğunu hiç düşünmemiştir. Etrafın bütün sesinin kesildiğini farkeder. Başka ses duymaz yere düşerken. İnsanların korkuyla geriye kaçmaları, insanların açık ağızları, bir kuşun uçuşu, birilerinin üzerine doğru gelişi. Bir kaç saniyeye sığabilecek herşey işte. Görüntü flulaşır. Kararır. Bilinmez bir ışığa açılıncaya kadar. Sonra herşey kaybolur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder