30 Haziran 2013 Pazar

not

Kısa bir not:

Bir süredir blog yazamıyorum.

Gezi eylemleri ve bunun hepimizin yaşantısı üzerindeki etkisi, malumunuz, zaten hali hazırda var olan hassasiyetlerimiz, kızgınlıklarımızı, hayretliklerimizi daha da arttı.

Beklentilerimiz üzerinde hareket eden bu  dayanışma ve coşku bizi inanılmaz bir yerlere getirdi ve daha da ileriye götürmeye devam edecek.

Beklentimizin ta kendisi çıkan hükümetin ve polisin şiddet taraftarı durumu aynı şekilde seyretmeye veya belki kısmi yerlerde daha da artarak şiddetlenmeye devam edecek.

Beklentimizin dışında büyüyen bu sevgi ve kabullenme, farklılıklarımızı küçültecek veya belki umarım yakın bir gelecekte yok edecek.

Bu hareketin dinamiklerinin farklılığına rağmen, nasıl da kucaklaşmaya dönüştüğünü, önyargılarımızı nasıl kırdığını hepimiz gördük.

Bilginin ve haberin kaynağını eğer istersek nasıl değiştirebileceğimizi de.

Sonucunda,

Hükümeti fili olarak yıkar mıyız? Bu iktidarı devirir miyiz? bilmiyorum.
Ama çatırdamaya başlayan duvarın sesi kulağımda çınlıyor diyebilirim.

Bir şey başardık, güzel bir şey ve devam etmekte..

O yüzden bir süreliğine tüm bilgi paylaşımlarımı diğer sosyal medya ağları üzerinden yapmaktayım ve bu blogu ihmal etmiş bulunmaktayım.

Ancak en kısa zamanda gezi ruhuyla, her konuda tekrardan bir araya geleceğimizden emin olabilirsiniz.

Beni takip edip okuyan tüm arkadaşlarımı sevgiyle selamlıyorum..

#direngezi #direntaksim #direnankara  #direnlice #direneskişehir #direntürkiye #direnistanbul 
#direnbrezilya #direnayol #direnadana #direnimam #direnmehmetalialabora 
#direnbenimmemleketimingüzelinsanları 


23 Haziran 2013 Pazar

neden bu kadar korkuyorsun kuzum..

herhangi bir sıraya bağlı olmadan yaşananlar:

canımızı istediler verdik, yaraladılar, ezdiler, sakat bıraktılar, kafamıza mermi sıktılar, plastiğini sıktılar, ciğerlerimizi gazla doldurdular, yetmedi portakalını attılar, yetmedi tazyikli su, yetmedi ilaçlısını attılar, kafelerin içine kadar, taksimin, harbiyenin, pangaltı, cihangir, tepebaşı, tarlabaşı, e-5 tarafı, mecidiyeköy, göztepe, bağdat caddesi, uzunçayır, kartal bağlantısı, gazi mahallesi, ve tüm ara sokakları, apartman boşlukları, o da yetmedi, tırmanabildikleri kadar tırmandılar, evlerimizin camlarından içeriye sıktılar, yere düştüğümüzde bir daha vurdular, duvar diplerinde sıkıştırdılar, yüz yıllık kan davasının öcünü alır gibi, saçımızdan sürdüler, ensemizden vurdular, yere attılar, kaldırdılar, bir daha attılar, çadırlarımızı darma duman ettiler, kütüphanemizi yıktılar, içinden silahlar, kurşunlar ve bilimum örgüt argümanı çıkardılar, bizi göz altına aldılar, bazen doldurdukları otobüslerle yalnızca bir süre dolaştırıp, nereye götüreceklerini bilemedikleri için bir köşe başında geri bıraktılar, bizi göz altına aldılar, döve döve - söve söve, bizi yargıladılar, bir bölümümüzü bıraktılar, tutuklu yargıladılar, örgüt üyesi, marjinal, çapulcu, terörist, neüdüğü belirsiz embesiller diye yaftaladılar, saflar bunlar saf dediler, delil olarak baretimizi, gazmaskemizi, utanmasalar don lastiğimizi gösterdiler, atom bombasının tarifini, tiyatro biletlerini, tivitır yazılarını fatura ettiler, yok faiz lobisinin yok uluslararası medyanın yok büyük kapitalistlerin yok partilerin kullandığından bahsettiler, meydanlara çıktılar, evet bunlar ayyaş camiilerde ayakkabıyla grup seks yaptılar, başörtülü kadının üstüne işediler diye ananslodılar, polisten ordusu yetmezmiş gibi, sivillerini, yetmezmiş gibi faşistlerini üzerimize saldılar, bizi yalnızca başka kentlerde değil, aynı zamanda istanbulun göbeğinde, yeniköyde tartakladılar, yardımcı olmaya çalışan doktorlara soruşturma açtılar, avukatları darpla adliyeden gözaltına aldılar, içki içmediler diyen imamı işinden aldılar, bu da yetmedi tabii, köprünün üstünden düşen polisin katili ilan ettiler, alluhaekberlerle, alahalah'larla, biz müslümanların kardeşiyiz dedirttikleri bir ordu nüfuz ettiler, başörtü/laik tartışmasını 28 şubat ekseninde tekrar açtılar, temcit pilavından hallice, aynı şeyleri tekrar etti durdular.. ilk başta bdp'ye ve mhp'ye sağduyusundan dolayı teşekkür ettiler, meydanlardan uzak olmayı, sağduyulu olmaya eş ettiler, sonra birgün yine öcalını terörist başı, kürtleri öteki, mhplileri hain ilan ettiler, halihazırda satın alınmış basını olduğu gibi baskı altında tutmayı başardılar, öncelikle istanbul olmak üzere, ankara, eskişehir, antalya, antakya sallanırken onlar penguenlerini, güzellik yarışmalarını, dizilerini göstermeyi tercih ettiler, cenazelerimizi meydanlara sokmadılar, anaları yalvarttılar, bizim değerlerimize, ifade etme şekillerimize paçavra dediler, tiksindikleri türk bayrağı ile doldurdular meydanlarını, para ile satın aldıklarının, para için başkasına gideceklerini düşünmeden, gazi yi yine kemalleştirdiler, yarın kemali yine atalaştırmalarını biz beklerken, cumhuriyetin ve  demokrasinin ana değerlerini saldırdılar, bunu yaparken de kendileri mazlum edebiyatı yaptılar, ekonomiyi düzelttik, barışı sağladık, eğitimi hizaya getirdik diye gururlandılar, küçücük kız çocuklarının eline, nasıl koca isteyeceklerine dair pankartlar verdiler, iki kelimeyi bir araya getiremeyen insanları üçe beşe kamera önüne geçirdiler, paraları ve güçleri satınalabilidği kadar aldılar, sattılar, yine aldılar, stoklarını bitirdiklerinde, hızla yurtdışından sipariş ettiler, utanmazca en az 150 metreden atın uyarılarını 15'ten de daralttılar, kafalarımıza bilerek hedef alınmış mermileri, önlerindeki kalkanları, akan gözlerimiz, yiten gençlerimiz, meydana gelen analarımıza rağmen, bir saçmalama edebiyatı yarattılar..

yapılan üç kuruşluk anketlerin peşinde koştuğumuz için değil tabii, bizim üstümüze tanklarınızı tomalarımızı sürdükçe onlar, biz de korkuyla baş etmeyi öğrendik, bunu hesaplayamadılar, biz artık hali hazırda riskleri bile bile, yeni baretlerimizle, yeni maskelerimizle, talcidlerimizle gitmeye devam ettik, edeceğiz.. bir diktatörün dik ölme çabası diyebilirsiniz, veya zafer anlayışı böyle de olabilir, yazılan bir tarihin önünde kollarını sonuna kadar açmanın, zamanı durdurmaya çalışmanın, tersten esen rüzgara karşı durmanın anlamı ne ise, bugün bu iktidarın bize uyguladığı bunca şeyin anlamı

da o kadardır işte. biz artık meydana her indiğimizde ne ile karşılaşacağımızı biliyoruz, neleri feda edebileceğimizi, bu işi nasıl yeneceğimizi, bir parkı aldıklarında onlarca parka girebileceğimizi, serbest kürsüleri, hayvan severleri, eşcinselleri, kürtleri, alevileri, yoldaşları, eski aşkları, arkadaşları, yeni tanışmaları, kucaklaşmaları biliyoruz.

Artık 1 mayısta çıkan provakasyonlara
Terörist kürtlerin ne kadar kaka olduğuna
Tüm ulusalcıların faşist
Eşcinsellerin sapkın
Gazi Mahellesinin terör yuvası
Tence tavanın silah olmasına
Sokağa her çıktığımızda kesin öleceğimize
Gözaltına alınmanın bitim olduğuna
Polisle çatışmanın vatan hainliği olduğuna
Hükümetin sağduyulu davrandığına
Her zaman dürüst olduğuna
Uzlaşmanın evinde oturarak, ses çıkarmayarak sağlandığına
ve buna benzer tüm yalanlara sonunda karnımızı tok ettiler

Yani hepsinin toplamında
Asla sokağa çıkmamaya, düşmanlaştırmaya, ses çıkarmamaya karşı olan tüm tabuları yıktılar...
Bir teşekkür ile bitirmem gerekirse

Bu insanlara tekrardan varolmak, yaşamak ve uğruna savaşmak için, ötekileştirdiğimiz tüm o 'düşmanların' aslında o kadar da düşman olmadığını görmemizi sağladığın için, o yüksek egona, o narsist kişiliğine, o bencil kimliğine, o kendini bilmezliğine, cahilliğine ve öngörüsüzlüğüne binlerce teşekkür ediyorum..

İyi ki böyle yaptın, iyi ki yukarıda yazılanların hepsi senin gerçeğin oldu, yok etmeye çalıştıkça bizim ne kadar çoğaldığımızı hesaplayamadın be kuzum..
Şimdi çok iyi anlıyorum, neden bu kadar korkuyorsun....


17 Haziran 2013 Pazartesi

evdeki hesap ve çArşı ya uymadı...

Bizi evimizden attılar.
Biz de tüm sokaklarda can bulduk,sorun değil. Hiiç sıkmayın canınızı.

Aynı gün.
Bir kaç alınacak vardı. Onları toparlayıp kuzenle geziye doğru yol aldık. Sözleştiğimiz arkadaşlarla buluştuk. Çadırların orada oturduk, kah ondan kah bundan en çok da ertesi sabahla ilgili umuttan konuştuk.
Bir megafon ne işe yarardı ki?
Sabah moral konuşması yapılacak dedi.
Elimde böyle megafonla tüm çadırları dolaşıp, herkese 'günaydın' 'günaydın' 'günaydın' 'günaydın'.. diyeceğim, dedi.
Aslında sinir bozucu değil mi?
Ama biz hepberaber güldük.
Megafon ise elden ele  dolaşmaya başlamıştı bile. Başka bir arkadaş, yoldan geçenlere 'boş gelmeyin, çorba getirin' mesajı veriyordu. Başka bir arkadaş, başka bir arkadaşına, tam olarak ne için olduğunu bilmese de kızıyordu veya kızdırıyordu. Ama hepimiz gülüyorduk.
Forumlar kuruluyor, insanlar kendiliğinden, hatta sorulmadan fikirlerini paylaşıyorlardı. Bu iyi bir gelişmeydi. Tabii buna bağlı onların da gözleri daha çok parlıyordu. Benim kızgınlığım dinmişti. İşte ne bileyim, endişelerim gitmişti. Ya geri adım atılırsa, bugüne kadar süren o direnmenin anlamı ne olacaktı ki? Sanatçı buluşmasından beri bunu düşünüp duruyordum. Dayanışma çıkmama kararı aldı. Sevindik.
Sonuçta Gezi parkı ne olursa olsun bizim..

Bir önceki günlerden bazılarında ve yine aynı sabah.
Erdoğan meşruiyetini yitirme pahasına böyle birşey yapar mı diye konuşuyorduk. Ben hep mümkün bulmuyordum bu olasılığı.Kendisi, anlamsız bir yere hukuki süreci takip edeceğini beyan etmişti, bu saçmalama sonucunda da bir saldırı beklemiyordum açıkcası. Yanılmışım.

Sonuç: Tam o esnada, başka bir grup arkadaşla sohbet ediyorduk. Bizim kafamıza baret, boynumuza gaz maskesi geçirmişlerdi. Ben yine de içeri girmeyecekler diye düşünmekteydim. Sanırım hayatımın en optimist anını yaşıyordum o ara, hala hatırlar hatırlar gülerim
Bizi hiç acımadan zehirlediler, dağıttılar, dövdüler falan. Çapulkenti de darmaduman ettiler.
Gerisi teferruat ve olağan..

Ara sokaklar, kurulan barikatlar, geri çekilmeler, tekrar öne gitmeler. Safları sıklaştıranlardık biraz. Ara sokaklara kadar girdiler, kapıların önlerine, kapıların içlerine kadar geldiler. Pangaltı tarafı. Benim yön bilgim çok iyi değil. Kafam da tabii biraz dumanlı.
Bir apartmana sığındık. Bunu 19 gündür bir çok kere yaşamıştık.
Ancak bu sefer apartmanın neredeyse içine girdiler. Biz sığındığımız 4.katta nefes almamak üzereydik. Kapı açıldı. Bir ses 'içeri girin'
6 kuşaktır İstanbullu bir aile. Bizi bir süreliğine misafir etti.
İstanbul'un güzel insanları...

Arkadaşların çoğuna ulaşamamaktan mı? Aramaya kıyamadıklarımdan mı (kötü birşey duymak istemiyordum) Yoksa nasıl nereye çıkacağımı bilmemekten mi? Darallardan darallar beğendik. Olmadı.
Çıktık sonra. Gerçek manada, daha çay içecektik'in üstüne hem de.
Karşı evin içine kadar giren biber gazından ağlama sesleri arasında yine döküldük yollara. Ana cadde, savaş alanı. Sloganlar atılıyor. Coşkuluyuz yine. Kaybettiklerimizin bir bölümüyle buluştuk. Sonra diğerleri de geldi. Sonra yine yoğun bir toz ve gaz bulutu...
Dünya tekrardan mı yaratılıyordu ne?
Böyle yaklaşık saat 12 30 a kadar Avrupa yakasını yol eyledik.
Sonra saatlere yorgun düşen bedenlerimizi alıp evimize dönmeye karar verdik.
Avrupadan Anadolu'ya bir yol. Bu ev demek ya benim için.
Uzunçayır'da bir güruh. Güruhların yine en güzeli. Orada da gazlandık biberlendik, elimizdeki taşlarla seslendik, ses eyledik o bariyerleri. (taş atmak yok!)
Sabah 5'e doğru eve girdik. Endişeli görünen ailem hala oturmaktaydı. Halk TV karşısında gözleri çakmak çakmak yanmaktaydı...

Ertesi gün malumunuz. Babalar günü. Benim hem komünist hem kemalist babam için nöbet devriydi. Aynen de öyle dedi giderken. 'Nöbeti devralıyorum'. Hiç dolanmadan  direkt Taksim'e çıkacaktı. Hani şu poliş işgali altındaki Taksim'e.
Çıktı da maşallah.
Çıktı bizim yiğit.
Kafasına yediği bir plastik mermi, kulağını sıyıran öteki, gazı biberi de tuz biber maşallah.
Benim ki gece direne direne eve geldi.
Dostlar sağolsun.

E ne oldu şimdi.
Hiç şöyle bir ses duydu mu acaba, açık mektuplarda, kapalı mektuplarda, fısıltılarda..
hmmm tamam o zaman, çok gaz yedik biraz geri çekilelim.... mi dedik.
Yoksa biz gaz yedikçe gaza mı geldik?
İyi düşün sayın başbakan.
Kim kazanacak bu işin sonunda?
Biz yine Taksim'deyiz.
Taksim kapalı mı, Harbiye
yok olmadı Osmanbey
Yok Tarlabaşı, tepebaşı, nişantaşı, cihangir.
gazi yürüyor, cadde yürüyor, kartal yürüyor..
eskişehir, trabzon, antakya, ankara, rize bile...
sen düşün.
benim oturduğum sitede ilk defa dün tencreler sokaklara indi.
tuhaf iş.
sen yapıyorsun, tersine işliyor.
ayakta ölmekse niyetin. 'kahraman' gibi hani
onu da bu saatten sonra yemezler.
iyi düşün
sonra diz dövmesi, alt dudak bükmesi, emine kurtar beni, kurtarmaz seni
itiraf et
evdeki hesap çarşıya uymadı
pişmanlık yasasından faydalanabilirsin hala
biz öyle senin gibi faşist diktatörler değiliz
o silahı yavaşça yere bırak
ve ağır ağır uzaklaş arkadaş


***sizi yüzde yüz seviyorum benim yüzde ellim...

12 Haziran 2013 Çarşamba

şahsına münhasır bir gerizekalı




30 ilde miting yapacakmış.
3 milyon ağaç dikmiş
3 örgüt sorumluymuş
3.köprü şartmış..
peki
3. büyük dinin peygamberinin
3 tane has adamı
3 çocuk politakası
3 kadın hakkı
3 tane boşolla meşruiyet kazandı
Allahın hakkı da 3 tabii

3 dönem yedik bizde
3 kere tahtaya vurmayla da geçmedi hani
3 kağatçılardan bıkmış aymazları
3. kere uyarmayacağını açıklasa da
Hayal ettiği gibi çapulculuk 3 günde bitmedi

Şimdi kendine altından 3 anahtar yaptırsa
Bu anahtarlar dünyanın en kıymetli yerlerini açsa
Kralın hallicesi göründü gibi

Şimdi bir tarafları 3 ata ata
Ceylan gibi zıplama zamanı

Zaten ne diyorlardı meydanda
Zıplamayan tayyiptir :)

10 Haziran 2013 Pazartesi

anladığımız dil, açık mektup ;)

Anadilim Türkçe, ama bazı yabancı kelimelerin etkisi altında anlayacağınız sayın başbakanım, deforme olmuş olabilir. Ama kısmi de olsa anlaşabiliriz.
İlkokuldan sonra İngilizce öğrenmeye başladım, sanırım bu da anladığım dillerden sayılabilir. İtinayla kullandığınız o politik 'kavramların' içine çok gömülmeyeceksek, ingilizce de işimizi görür hani.
Yine aynı dönemde ikinci dil olarak Almanca seçtim, o sıralar da sürekli Almanya'ya gidip geliyordum. O da anladığımız dillerden sayılabilir mi? Pek emin değilim. İkimiz de erkek olsaydık belki. Burada şansımı ben kaybetmiş olabilirim.
Ancak burada son derece hoşunuza gidecek birşey var:
Üniversitede tarih okudum.
Eğer yazmaya varsanız ben üzeriden tekrar geçip, bunu Osmanlıca da halledebiliriz. Ben varım açıkçası.
Dört yıl boyunca bizi zorunlu olarak tabii tutukları İngilizceden muafiyet kazanmanın dışındaki diğer bir kazanımım ikinci bir dil olan Arapça idi. Haftada dört saatlik bu ikinci dil şansı ile kendimi tam olarak donatamamış olabilirim ama bunu telafi etmek için mezun olduktan bir müddet sonra (yılları kastediyorum) hemen hızlandırılmış İtalyanca'ya gittim. 3 kur bitirdim. Biraz magazin falan okuyup, İspanya tatilinde temel şeyleri kırık İtalyancamla idare edebildim. Yani İtalyanca da anladığım dillerden olabilir. Bunu da  deneyebiliriz.
Tabii en önemlisi (eminim sizde biraz nostalji havası esecek şimdi) bugüne kadar hiçbir deformasyona uğramadan gelmiş çocukluk dilim var. Kuş dili. Bir de Parca vardı ama onu çok bilen yok sanırım. O dillerde de anlaşabiliriz.
Kelimeleri hızlı bir şekilde tersten okuyabilen bir arkadaşım var. Çok seslilik istemezseniz (ikimizin arasında ha) tersten de konuşabiliriz. Simültane tercüme ile ben her şeyi hallederim.

Yani bizde seçenek çok. Anladığımız  dil de çok. Hiç duymadığınız kabile dillerini, ölü  dillerini  de kullanabilirsiniz. Sağır dilsiz alfabesi, şifreli yazılar, mors alfabesi vs.
Hepsini anlayabiliriz.

Ancak eğer siz ısrarla kaba kuvvet, argo, tehdit, aşağılama, yani bir adamsendecilik, vurdumduymazlık, ve diğer tüm insanlıkdışlarında ısrar ederseniz; yani böyle gaflet ve delalet içinde kalmaksa eğer maksadınız, bu çapulcu dilinde anlaşmamız, ne yazık ki mümkün değil.

Üzgünüz.

7 Haziran 2013 Cuma

havalimanına kurulan otağlara ne oldu?

onlar portatif otağlardı, portatif insanların, portatif hükümetlerine yapacakları portatif yalakalık için, portatif olarak kurulmuşlardı.
portatif yalnızca taşınabilir anlamında bir pratikliği işaret etmiyor tabii. anlayacağınız üzere portatif burada, geçiştirilebilir, temelsiz, geçici demektir.
yanılmıyorsam direniş 12.günde. peki bu ülkenin güzel insanlarının haksızlığı kaçıncı baharında biliyor musunuz?
yani iktidarın bu şaşkınlığı ve acemiliği ve bunların sonucunda ortaya çıkan öfkesi ve öngörüsüzlüğü aslında burada yatmaktadır.
halit ergenç'e seslenmişler. portatifler: senin karını 60 milyonun önününde götürüyorlar sen hala iki fidan peşindesin diye.
yine portatifler, bize işaret ver, gidip taksimi ezelim demişler
portatifler, ilçe başkanlıklarından atılan mesajlarla örgütlenmişler, toplu taşıma ile  desteklenmişler ve limana böğürmeye gitmişler.
isterdim ki, bu portatiflerden üçbeş temsilciyle bir masada oturup, hoşbeş edeyim.
portatif dağarcığını bir sınava tabii tutmak için değil. onun sonucu  d ünden belli.
nasıl bu kadar hiçliğin içinde kaybolabildiklerini ve neyle beslendiklerini daha iyi anlayabilmek için.
ben dün bir bölümüne şahit olduğum bu kalabalığın ortasında bir bayan olarak kaldığımı düşündüm.
mümkün değil.
o taksimin tüm yılbaşı tacizcileri, kayıpları bir limanda toplanmış 'sanki'.
içim ezildi.
hepimizin adı bir olduğu için tabii.
'insan' kelimesinin bu kadar kapsamlı olduğu için.
beklenildiği kadar hümanist değilim  demek ki.
çünkü ben herhangi bir kesimin tahakkümüne tahammül edemiyorum. bir de portatif boşbakanın, metin kurmaylarının bu kadar acemici portatifleri bir araya getirebilmelerine.
halbuki tv kanalları onlar için coşuyordu.
zamanlarını daha faydalı geçirecekleri, tv dizileri, kahve muhabbetleri, küçük tiryakileri vardı.
dün hayatlarında ilk defa 'politikleştiler'belki de.
bize hedef göster kelimesinin altında bu politikleşmeden başka bir de hiç akıl almaz  derecede kendini küçümseme ve horgörme yatmıyor mu dersiniz?
e o zaman doğru sözü ne demeli, onlar dünden koymuşlar kendi isimlerini...
ve onlar yalnızca koyun değil, geçmişin yersizleri, geleceğin hiçleri..
bunu böyle kabul etmek lazım..

5 Haziran 2013 Çarşamba

hani biz marjinaldik ???


Maddeler halinde yayımlanan Taksim Platformunun marjinal talepleri aşağıdaki gibidir :

*Gezi Parkı, park olarak kalmalıdır!
*Topçu Kışlası projesinin iptal edildiği açıklanmalıdır
*AKM'nin yıkılmayacağı açıklanmalıdır
*Olaylardaki sorumlular görevden alınmalıdır
*Gaz bombası kullanımı yasaklanmalıdır
*Gözaltındaki yurttaşlarımız, derhal serbest bırakılmalı ve haklarında hiçbir soruşturma açılmamalıdır
*İfade özgürlüğünün önündeki tüm engellerin kaldırılmasını talep ediyoruz.

Bu marjinallere şiddetle karşı çıkan hükümet, kendi pasifist anlayışına göre düzenlediği talepleri aşağıdaki şekilde duyurmuştur,  dikkatinize:

*Gezi Parkı derhal yıkılmalıdır, park kelimesiyle gezi kelimesinin bir arada kullanımı yasaklanmalıdır.Gerekirse 'parkta gezmek'şeklindeki kurulan cümlelere karşı bir yaptırım uygulanabilir.

*Topçu kışlası projesi, içindeki AVM ile daha da genişletilmelidir. Her yer AVM, heryer beton, yaşasın zenginlik, yaşasın iktidar! sloganı ödüllendirilmeli, ağaçların insan hayatı üzerindeki yakıcı etkisi bir an önce tespit edilmelidir.

*AKM derhal yıkılmalıdır. Bu da yalnızca bir başlangıçtır. Emek sinemasıyla başlayan sürece çok hızlı bir şekilde opera sahneleri, devlet tiyatrolar ve yer yer özel tiyatroları da dahil edilmeli, resim fotoğraf sergisi gibi etkinliklerin yerine, televizyon izleme ve özellikle TRT ve beyaz TV sanat desteklenmelidir.

*Olaylardaki sorumluların sırtı sıvazlanmalıdır. Bu sorumluluğun başını çekenler devlet nişanı ile yüreklendirilmeli, benzeri durumlarda devinimin artması için gerekli - azami eğitim sağlanmalıdır.

*Gaz bombası kullanımı yaygınlaştırılmalı, gerekirse yalnızca bununla ilgili bir gezici tim kurulmalıdır. Sivil polislerin yanlarında sürekli olmak üzere, zabıta gibi ve diğer yeraltı işbirlikçileri kardeşlerimizinden belli aralıklarla küçük sevimli gaz bombalarını taşıması yasalaşmalıdır. Gerekirse bombanın içeriğini anlatan çizgifilmler hazırlanmalı ve çıkardığı gazın rengi, gerekli kimyasal bileşenle pembeye dönüştürülmelidir.

*Gözaltındaki marjinaller derhal yargılanmalı, müebbet hapse mahkum olmalı ve yakınlarıyla ilgili soruşturma en kısa sürede başlatılmalıdır. Bu ceza sonucunda halen fikrinde devam edenler olursa, ibreti alem olsun diye bunların dilleri kesilmeli ve gerekli durumlarda bu yaralara tuz da basılabilir.

*İfade-düşünce özgürlüğü kısıtlanmalı, hatta yer yer ortadan tamamen kaldırılmalıdır. Düşüncenin tanımı net yapılmalı, çerçevesi belirlenmeli ve insanlar buna göre kanalize edilmelidir. Gerekirse bununla ilgili bir bakanlık bile kurulabilir.

gibi :)

4 Haziran 2013 Salı

darağacında fidan...

Büyük ihtimal bizim kof çocuk kendini amigo sanıyor. Olabilir valla.
Hasretini çektiği şeyin özlemiyle yaşarmış insan, hem de bıraksan bir ömür boyu. Ukte böyle birşey.
Nadide Sultan'dan bir satır misali.
Adam %50'yi zor tutuyorum diyor. Sürü psikolojisi. Kalpağını sıkıdan sıkıya bağlamış çenesinin altında. Parende atıyor, zıplıyor, böğürüyor olmuyor. Grup dağılmak üzere.
Kasımpaşa elini, beline vuruyor, kışt diyor. Kışt kışt.

Melih Gökçek de bir kaşık suda boğarız demiş. Ama isteselermiş miş. Yok ama centilmenler ya, ondan yapmadık diyor. Olur.

Özdemir o kadifemsi sesiyle soruyor, yahu dostlar niye böyle oluyor, bu insanlar ne istiyor olabilir aklım almıyor?
Seni ZekiMüren/VampirEdward çakması.
Kızmıyoruz..

Aslında en güzeli ortalama hareket etmek burada. Ortalama zekaların ortak hareketi.
Millet hafızasız diye biliyorlar, önlemini de önceden alıyorlar...
Yoksa belediye başkanı RTE ile başbakan RTE'nin karşı karşıya kalmasına tanıklık yaparsın.
Halkına zulmeden iktidar ve meşruiyet konuşmaları da cabası.
Bir de tuhaf bir cezaevi hatırası.
Yine aklıma bizim kontrgerillaların otağ çakması koğuşları geliyor.
Hiç de hücreye uymuyor.

Abdullah Cömert var diğer bir köşede.
Yok aslında biz ölümlerle ölesiye içiçe yaşadık bunca zaman.
İnsanın yine de eziliyor kalan tarafları, insanlık niyetine.

Bir de neyin mücadelesini verdiğimizi düşünüyorsun. İki fidan diyorlar.
Bilmiyorlar ki, biz önceden onlara zaten temsili üç fidan vermiştik.
Bunun üzerine bu iki fidan.
Aldılar bile..

Canımız sağolsun.

Ölüm toplasa da çiçekleri
Çiçekte tohum biter mi?

3 Haziran 2013 Pazartesi

gümbür gümbür, iki fidan

Uzunun kısası bir yazı olması gerekiyordu. Çünkü anlatacaklarım yalnızca 5 günlük  bir gezi parkının ve iki fidanın hikayesi değildi...

Biz zaten beşinci elementi tahta olarak kabul etmiş bir milletiz. Yalana gerek yok yani. Biz tahtayı severiz. Bir bölümümüz için geziparkında üç beş ağaç, bir taraf için de başbakan.
Tahta önemli yani.
Bir de oksijen meselesi.
İlkokul  dersi misali.
Ama ben yine caanım Cem Yılmaz'ın sözüyle açıklayacağım.
"Hepimiz nefes alıyoruz da, o oksijen içeride ne oluryorsa artık..."

Geç bunları....

Çapulcu: Çapul yoluyla başkasının malını alan, talancı, yağmacı.
Çapul: Farsça kökenli yağma anlamındadır.

Yağma: Ortacağ'daki bir Türk boyudur (uygur ve özbeklerin atalarıdır). Kelime türkçe kökenlidir.
Yağmacı: O boya mensup kişi anlamına gelir :)

Bunda alınacak hiçbir şey olmayabilir. Çok şey de olabilir. Mühim değil.

Yağma: Başkasının malına zorla göz dikme, orayı talan etme, ele geçirme anlamındaysa eğer, ister farsça ister türkçe kaynaktan olsun..

Başkası: Halkın ta kendisi.
Mal: (meta anlamındaki yalnızca) GeziParkı
Yağmacı-çapulcu: Resmi olarak ben bir tek kişi görüyorum, o da oturduğu koltuğundan şöyle bir açıklama yapıyor.

"Yahu, biz o ağaçları kesmedik, yerlerinden söktük"

Peki.

-Sizin memlekette eşek çok mu?
-Bir hayli.

Söze başka yerden devam etmek lazım.

İki ağaç nedir ki?
Gerçek cevap: Hiçbir şey.

Bu memlekette çıkan orman yangınlarında o parktaki ağaç sayısının bilmem kaç misli ağaç yok oluyor.
Doğru.

Bilmem kaç tane tarihi bina, yok yangınla, yok 'restorasyon'la, yok yeni kentleşme adı altında hali hazırda zarar görüyor.
Doğru

Alkol yasağı + kürtaj +  uludere + reyhanlı + emek sineması + ahlak bakanlığı + milli bayram hadiseleri + ayyaş benzetmeleri + thy grevi + tek kişilik iktidar + akil insanlar + kürt sorunu + özelleştirmeler + 3. köprü + işsizlik + kadrolaşma + atamalar......vs : iki ağaç sökme (gezi parkı)

-Bizim memlekette adam hiç yok mu?
-Varmış be abi!?!?

Biraz sıtkımız sıyrıldı, biraz tabii. Ve benim 3 gündür  dahil olduğum, en son dün 6.günündeki direniş, biraz da bu memleketin güneş görmeyen o karanlık yüzünü aydınlatmadı mı dersiniz?

Aklıma Can Dündar'ın (çok haz etmesem de) 12 eylül vuku bulduktan sonra, 13/09/2001'de kalema aldığı O Kadın Niye Sevindi, yazısından bir kesit geldi:

Amerika, şimdi mahallenin bütün haylazlarını patakladıktan sonra nereden geldiğini bilmediği bir yumrukla yere yapışan ve yattığı yerden "Bana ha..." diye sinirlenen kof bir çocuğu andırıyor.

Kof Çocuk ???
Kof çocuk, başka bir kof çocukla karşılıklı oturmuş saz çalıyor... Hey maşallah, başkanım aşağı başkanım yukarı, karşılıklı sazlaşıyorlar. Hazırlanmış sorular, danışıklı cevaplar, tek teke teke teke gidiyor.

Kof Çocuk, oturmuş basın mensuplarının karşısına (basın mensupları dediğime de bakmayın ha!), Reutors muhaberini azarlıyor, arada tekliyor, kekeliyor...sonra sinirleniyor, agresifleşiyor ve hop süre doldu.
Byeeee.

Kof Çocuk, aslında tüm hikayeyi biliyor da yine de boş boş muhalefete yükleniyor. Sanki bunun gerçekten onunla bir ilgisi var gibi. Olayı küçümsüyor, üçbeş günlük heyecan diyor, ben neredeyse kamera karşısından alnındaki endişenin resmini görebiliyorum. Okuyamayanlar için iç ses:
"noliiiii ki yaaaa...."
"şemsiye açılmıyor be paşam"
vs. gibilerinden.

Size bir sır vereyim mi?
Dün meydandaki ufak karışıklık hariç (söze etmeye değecek kadar önemli değildi) ilk defa bu kadar çok bayrağın bir arada olduğunu, olabildiğini gördüm ben.
Tabii ki çok gerçekçi bir resim olmayabilir.
Eylem analizi yapmak derdinde değilim, ama sıtkı sıyrılmış insanların, kaybedecek hiçbir şeyleri yokmuşcasına neler yapabileceğini azbuçuk kafası çalışan herkes de bilir.
Ben o insanların gözünde o sıyrılmışlığı gördüm diyebilirim.

Tabii ki eli cebinde, güneş gözlüğüyle, terlikleriyle, yalnızca vardım demek için, artizlik olsun diye bu işe karışan bir kısım da var. Olsun. Onlar da tuzu biberi olsun bu sefer.

İstanbul İstanbul olalı diyorlar.
Bu sefer şarkı sözü  değil.

Gözleri kapalı İstanbulu dinliyor kof çocuk, dört bir yanda korna sesleri, tencere tava tıngırtıları eşliğinde.
Bu bir şiir değil

Evet yine insanları kaybettik, yüzlerce hatta binlerce insanı gözaltına aldılar ve evet yüzlerce yaralı var...

Bir bölümümüz tazyikli suyun üstüne yürüdük. Düştüğümüz gibi kalkmayı da bildik.
Bir da yavaş ama doğru şekilde bibergazına karşı durmayı öğrendik.
Hatta daha da kaynaştık ve gazın üstüne bir de sigara yaktık.

Bunun adı küllerinden doğmak falan da değil, bunun adı: unutmaki biz o mahallenin haylazlarıyız, demek. Bir de her sabrın bir yere kadar yeri var, biz peygamber değiliz demek.
Biz peygamber değiliz'in altında yatabilecek diğer şeyleri de sen bul demek, hayde bakalım şimdi

Fill in the blanks....


*Arkadaşlar çektiğimden karışık fotoğraflar, hangi gün, nerede hepsi birbirine girdi, üç beş küçük notla buraya ekliyorum hepsini...


Taksim meydanı tam olarak, nereden geldiğinizin bir önemi yok, polis her daim karşınızda, her yolun sonunda. Sizi zehirlemek için bekliyor..
                                                                                      

 Ve tüm ara sokaklar, buralarda savaşanlar bıçkın mahalle çocukları değildi... ne demek istediğimi biliyorsunuz..

 Ve Hayri hoca, hocam yani. Ankaralı bir emekçi bir de devrimci, onunla da eylemin coşkusu sırasında tanıştık. Hafif kalbi ağrıyor ve her bibergazına birlikte direniyoruz. Çok kötü olunca, bir dil altı atıyor, beni gençliğimde görecektin diyor, bir çay ocağında biraz dinlenmek için ara verdiğimizde...



 Yaratıcı memleketim insanı 1, evinde hazırladığı plastik şişeden gaz maskesini keyifle gösteriyor, resmi face demi yayınlayacaksın diye soruyor. Yüzün çok belli değil merak etme diyorum. Gülümsüyor. Eskici cafe çalışanlarına teşekkürler. Tüm halka bu kadar candan kucak açtıkları için..









Taksim Heykel'de buluşalık derken, acaba hep böyle birşey mi istedik ?
Evet doğru görüyorsunuz heykel işgal altında...














Geri çekilme emrine karşın, ellerindeki tüm gazı halkın üstüne boşaltmaktan, tazyikle su sıkmaktan geri kalmadılar. Ben bunların içinden rozet çıkaracak onurda birini göremedim doğrusu...











Ve halkın diğer bir zafer simgesi. Yapılacak inşaatın şantiye kulubesi alevler altında. Nasıl oldu, ne oldu hiç kimse farkına varamadı :D


 Yine pazar günü, öncesinde bıraktığı çöpleri toplayan yüzlerce insandan geriye kalan manzalar... Birilerinin ağzına lafı çarpacak galiba...













Grup yorumla kutlama şenlikleri ve hep bir ağızdan, Haklıyız Kazanacağız....bu sefer gerçek olacak gibiydi..











 Her renkten, ırktan, cinsiyetten insanlar, hepsi büyük bir coşkuyla karşılandı.
Herkese kucak açıldı..





 Gezi Parkında dinlencenin devam ettiği sıralarda, Beşiktaş'tan görüntüler. Zehir üstüne zehir, Akaretler ve Şair Nedim direniyordu!!

 Gırgır dergisinden bir görüntü :)
















Ayağında sandalet olduğuna bakmayın, yalnızca on metre önünde çevik kuvvet, ve attığı her seferde isabetli diyebilirim.

Tam o sırada kardeşim de , Almanya'yı örgütlemiş olacak ki, Nürnberg'den gelen manzalar...





















Yine eylemin ortasında tanıştığım Peren arkadaşım, birlikte siper olduk ve birlikte mücadele ettik ve birlikte direndik doğrusu.... bu da parka girmeden hemen önce..













Okan kardeşim. sanırım dördüncü gün ve altıncı günde birlikteydik. Biraz mola verip, o mola boyunca da devrimden geri kalmamamız, meğer onda ne cevher varmış, ben her defasında şaşırıyorum.
 







Sanırım dördüncü gün yine, nişantaşı tarafları. Maçka parkı, Harbiye, dört bir koldan önümüzü kesmişlerdi, peki bu bizi  durdurdu mu dersiniz ?






Yaratıcı insan manzaları 2, şnorkel ile...
-Hayrola dalmaya mı geldin?
-Evet polise!!

 
Ve son olarak en başta bu eyleme aktif olarak destek vermiş tüm örgütlü örgütsüz herkese,  düştükçe ayağa kalkıp direnmeye devam edenlere, bu sefer gerçekten sinirlenen ve boşvermeyenlere, bunu öncelik haline getirebilenlere, ikincil olarak kimi imkansızlıklardan dolayı da olsa uzaktan korna / tencere sesleriyle buna destek olanlara, kendi mahallelerinde semtlerinde ayağa kalkanlara, kalbi taksim gezide atanlara ve aslında en son ama bir okadar önemli olan tüm taksim esnafına. kafelere, otellere, çay ocaklarına, dönercilere, fırınlara, bakkallara hepsine, hepinize teşekkür ediyoruz. bizim yanımızda olduğunuz ve bize yardımcı olduğunuz, bize kapınızı açtığınız, ihtiyacımız olduğunda bize baktığınız ve bizi savunduğunuz ve bizim için yalan söylediğiniz için. Ve destekçi tüm sanatçılara, avukatlara, doktorlara ve tüm diğer meslek kollarına. sosyal paylaşımlarında geri kalmayanlara... Ana akım medya mensupları haricindeki tüm meslek kollarına tabii ki!
geri kalanlar ise bu utançla yaşamaya mahkumdurlar.

yurtdışından ve şehirdışından destek olan herkese de saygılar, sevgiler..

yazıyı bitirmeden bir not: fatih altaylı allah senin cezanı versin!