30 Eylül 2012 Pazar

Sinemalar.. devam

The Return (Vozvrashchenie) - Andrey Zvyagintsev - Rusya
Sevgili arkadaşım Bahadır sağolsun, elime tutuşturduğu bir küçük kağıt parçasının üzerinde yazıyordu bu filmin ismi. Haftalardır ertelediğim, indirmeye bile üşendiğim The Return'ü az az önce izledim ki hala biraz tutukluk var üzerimde. Sevgili Ivan, demek istiyorum. Bisiklet Hırsızları'ndan sonra ben bir çocuk için böyle bir performans görmemiştim. Küçücük velet sanki tüm öfkesini yüzünde taşıyor gibi bakıyor herkese. Rusya sahillerinden müthiş bir hikaye, yıllar sonra eve geri dönen bir babanın, iki oğluyla çıktığı üç günlük bir maceranın filmi. 








About Elly (Darbareye Elly) -  Asghar Farhadi-  İran
Geçen yılın En iyi yabancı film kategorisinde Akademi ödülü kazanan A Separation filminin yönetmeninden eski tarihli bir başka film. Yine İran'daki aile yapısı üzerine dikkatleri çekiyor. Gizemli bir kayboluş hikayesi. Bir kaç aile dostu hep beraber İran'ın kuzeyindeki dinlenme yerleşimine doğru yola çıkıyor. Terslikler sonrasında ayarladıkları konaklama yerinde her şey güzel geçiyor gibi görünmese de, yanlarına  getirdikleri bekar öğretmen Elly'nin kaybolmasıyla her şey tepetaklak olur ve film bizi "namus nedir" sorusuna kadar götürür, peki sizin için kimin namusu daha önemli? Artık yüzleşmeyeceğiniz birini, yanlızca kendinizi temize çıkarmak için karalar mıydınız? 
Bilmiyorum
Not: Filmin süprizi ise Body of Lies filminden tanıdığımız Golshifteh Farahani'nin tüm güzelliğiyle başrolde olması.

29 Eylül 2012 Cumartesi

Bir kaç seçmece film

Izlet, Slovenya kırsalında geçen üç arkadaşın yol hikayesi, Andrej nefret ettiği şeylerin listesini yapıyor bir sahnede

Andrej, "....kadınlar, birşey arayan kadınlar, geri kafalılar, horuldayan herkes, resim öğrencileri, bayan resim öğrencileri, bisikletçiler, profesyonel bisikletçiler...köpek sahipleri, köpekler, kamu görevlileri, avro bölgesi, 50 yaş üstü herkes, Slovenya Senfoni orkestrası, televizyonu, Slovenya televizyonu, Slovenya, Rumen sokak müzisyenleri, Rumenler, Yunanlar, Çingeneler, Almanlar, Fransızlar, Çinliler, Kuşkonmaz"
Ziva, "Çingeneler neden?"


Raven, seyirlik notu çok iyi olmasa da Edgar Allan Poe'nun ritmik dizelerini tekrar duyma fırsatı veriyor:

Ne olmuş geceleyin ve fırtınada
Titriyorsa yükseklerdeki ışık?
Daha berrak bir şey var mıdır?
Gündüz parlayan yıldızından, gerçeğin!

Ve toprağın içinden bir kadının yarı ölü bedeni çıkar, bir yerlerde cinayetler işleniyor, aynı Poe'nun yazdığı hikayelerdeki gibi..




On the Ice, Alaskanın buz tutmuş topraklarında, kaza eseri işlenmiş bir cinayetin öyküsü. Acaba insanların doğru tercih yapmaları için, kaybedecekleri şeyler ne kadar büyük olmalı der gibi. Bembeyaz bir film, üzerindeki kan lekesini bile temizleyecek kadar engin görünüyor kar...Ve babası Qualli'ye,
"Karar senin, gelecekte nasıl bir insan olacağını söyleyemem" diyor.

28 Eylül 2012 Cuma

On Yılda Bir Düşen Meteor Taşı...pöf

Sonu ne olur diye bitirmiştim ya yazıyı hani?
Hani insan hayatında kaç kere şöyle böyle ıvır zıvır falan bi adamla tanışır. Yok insan kaç kere mutlu olur? Yok anam işte şans falan gibi... of inanın o benim tez canım!
Eğer olur da tesadüfen bu yazıyı okuyan bir kişi benim o tez canımı bilir.. (İş yerinde at üstü, parmak ucu düğün fantazisinden bahsediyorum)
Neyse arkadaşlar hiiiç olmadan o yazının yayınlanmasının üçüncü günü falan sona erdi ve sonra ben Yunanistan'a gittim.
Ama burada daha önemlisi ben Yunanistan'a gitmeden önce başka bir şey oldu. Detaylarını buradan veremeyeceğim kadar önemli bir şey, bir de daha gerçek bir şey oldu.
Yani sözüm ona, sana hatta herkese ki, hani olur da sanırsın, tek o sanırsın, böyle onsuz olmaz, doğrusu bu işte sen ne  dersen de.. O olmayabilir, çıkmayabilir, hatta düpedüz yalan da olabilir. En yüksek ihtimal ise aslında senin için hiç kıymeti olmayabilir, tanımayabilirsin ki mesela ben hiiiç tanımadım bile, tanıtmadım bile.. Neyse işte. Sonra nolur? hani hiç olmaz dediğin, hani hiç aklına getirmediğin, hep böyle yanındaymış gibi duran, dürüst biri çıkar gelir, götürür...gidiverirsin sen de... Meteortaşı falan maval yani. Ayakların daha bir yere basmalı.
Platonik, anlamsız aşkların falan peşinden gitmemeli insan. Aşkı gibi yalan olmamak için diyorum. Yoksa zaten siz bilirsiniz.
Ben kendi yaşadığımdan dem vuruyim dedim, bir de sanki o yazı yarım kalmış gibi geldi, onu tamamlamalı dedim.

Sonuç: İsmi böyle meteor falan olmamalı daha başka olmalı, yine doğaya ait olmalı ama böyle ne bileyim işte...
Mesela, rüzgar..

26 Eylül 2012 Çarşamba

Benim adım Devran ve belki yarın dönerim...

700 üniversite öğrencisi
80 gazeteci
365 muvazzaf ve emekli subay
cezaevinde.

Mesela Mustafa Balbay, Cumhuriyet gazetesindeki köşesinden 1302 gündür tutuklu olduğunu bildiriyor. 1302 gün ortalama 3,5 yıl yapıyor. Daha ne kadar yatacağı, yatacakları da belli değil. İnsan düşünmeden edemiyor 3,5 yılda neler yapabilir insan?

İdeolojik olarak katılın katılmayın ama kabul edin ki, sessiz bir savaş sürmekte. Demokrasi alanlarının her birinin teker teker ele geçirilmesi, insani özerkliğin zaptedilmesi ve tektipleştirilmiş yeni yaşam formu...
Biz 80 darbecilerinin ezdiklerinin çocuklarıyız.
Yani aslında en çok biz aşinayız.
Bu faşistçe baskılara
Konuşmamaya
ve kapatılmaya.
Apolitik olarak yetiştirilmiş, konuşmaması tembihlenmiş, tez zamanda evlenmesi, barklanması ve anne olması önerilmiş kadınlarız. Siyaset konuşmaması tembihlenmiş, bilek gücüne güvenmiş, dünyası maç, en büyük maç kavgası ekmek olan erkekleriz biz. İdeolojisiz, fikirsiz, insan olmanın anlamını unutmuş çoğunluk yani.
Bir de geri kalanlarımız var. Üç beş kişi. Bazılarımız doğru amaç adına mücadele ediyor. Bir savaş sürdürüyor. Bazılarımız da, mesela ben, hala şaşkın şaşkın, çekildiğim köşemden izliyorum. Anlam veremeden, faşizmin nasıl bu kadar rahatça sıradanlaştığını görüyorum.
Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Belki bir kaç satır yazmak. Aslında internet solculuğundan nefret ediyorum. Fikirsizlerin sanki içselleştirilmiş gerçekleriymiş gibi sol söylemleri sosyal paylaşım sitelerine taşımalarından, hayatta ismini bile zikretmedikleri adamları anmalarından yani yalan yaftalarından nefret ediyorum.
Marx kimdi bilmeyenler, faşizmin gerçek tanımına da hiç rastlamamışlardır bugüne kadar.
Size buradan tanımı yazmayacağım.
Ve biz tanımsız gençler işte çoğunluk yani, hala öylesine bir taraf olanlar ve öylesine bir dünya görüşünün peşinden gidenler, gitmeyenler, karşı çıkanlar veya çıkmayanlar biraz daha açmalıyız gözümüzü...
Unutmamalıyız ki, yarının çocukları, yani bizim çocuklarımız İmam hatipli avukatlar, doktorlar, mühendisler olacaklar ve biz yaşlanacağız, onların elinde ameliyat olacağız, şehirler kuracağız, ve haksızlığa karşı bizi onlar savunacaklar.
Yani onlar; hani bir avuç bulgura, bir kangal sucuğa kendini satanların üstüne düşecek gecekondu tavanları ve diğerleri işte, yüzde elli, biraz bakın etrafa. Gerçekten kim darbe çığırtkanlığı, terör savaşı, ayrımcılık yapıyor bu ülkede?
Subaylar mı, öğrenciler mi, gazeteciler mi? Yani hepsi, işte yüzlercesi şu an ceza evinde ve burası Türkiye, bir gül bahçesi gibi mi geldi size?
Ben yalnızca tahtında oturmuş bir sultan görüyorum, bir faşist diktatör, bir zalim. Ümmetçilikle kapitalizmi kavuran bir yeni ideoloji, post ..birşeyler.
Ve çekildiğim köşemden rüzgarın ters yönden esmesini bekliyorum, devranın dönmesini, yeni şeylerin filizlenmesini..Aslında genel olarak ümitsizim ama üç beş kalana güveniyorum biraz, biraz da tarihe açıkcası..
Umut işte:)

21 Eylül 2012 Cuma

İşte...

Ne siz bilirsiniz beni
Ne ben sizi
Akıl yürütmeler yalan yani
Yalana alışık şu bünyeleriniz için bile

Bugün bir akşam üstü yaşamak istiyor
Naçizane aklım, pek selim olmasa da işte
Kendince birşeyler
Söylemek istiyor

Basiretsiz kalmışlığım öcünü almak için gibi
Veya bunca zaman hiç donmamış
Zamanı durdurmamış
Bir dolu hayalimi kaybetmemiş gibi

Zamana platonik isimler takmak
Adsız paraflar atmak
Bir şeyleri telafi etmek istiyor gibiyim

Yapamayacağım her şeyin önüme serildiği
Mutabıklığımın imkansızlığında
Sizinle barışmış gibi yapıp
Dolanın ardına gitmek istiyorum
Sebepsizce

Ey en sevdiğim eski filmler
Siyah beyaz
Bugün anlamsız yere renk körü mü ilan ettiler beni?
Yarımlarımı tamamlamak
Tamlarımı boşaltmak
Dertlerimin bir bölümünü size devretmek
Mutluluğunuzun bir bölümünü üstlenmek istiyorum

Ey siz
En vurdumduymazlar, toprağa değmeyenler
Sevmeyi bilmeyenler
Yine öylesine yazıyorum işte

Ve işte...
Yine başlığım olsun "işte"....

20 Eylül 2012 Perşembe

7 Yılın Ardından

Hiç olmamış gibi hissediyorum.
Sanki orada hiç bulunmamışım gibi, o kadar yalancı, riyakar, kaypak ve kötü insanları, insancıkları, müsveddeleri tanımamışım gibi. Hatta yazının başlangıcını cam şişe kızları vs. falan diye koymayı bile  düşündüm. İlkesizce yaşayanlar, sadakatsizler, ispiyoncular, sırtını dayılarına amcalarına dayayıp arkadaş toplayanlar, kelle sayıcılar, kulak toplayıcılar, arkadaşsızlar, yanlız sosyapatlar, erkek hastaları, nazlı bebekler... of işte aslında milyonlarca şey kurmuştum kafamda ama olmadı.
Detaylıca herkesin pisliğini dökmek falan istiyordum
Bir çoğunun "kafasını" ezmek
Hak yiyenin sonunu getirmek.. ahaha biliyorum bu çok abartı oldu:)
Ama baya döşemeyi istiyordum işte ta buradan, burunlarının dibine dibine
Vazgeçtim

Hiç olmamış gibi hissediyorum.
Hiç aldatılmamışım, terk edilmemişim gibi
İnsanlar sevmese de selam vermek, kelam etmek zorunda kalmamışlar gibi...

Dik omuzlar, beyinsiz kafaları
Yüksek topuklar, omurgasız insanları taşımamış gibi...

Geçiyorum... Layıkınız bu kadar deyip geçiyorum. Hoşçakalın....

Ve kalanlara teşekkürler
Derdimi dinledikleri, beni sakinleştirdikleri, bana güvendikleri için...
Aslında tek tek saymaya gerek yok ama babacan oldukları için, yeteneksiz bana hiç bıkmadan kahve yaptıkları için, yeri geldiğinde annelik yaptıkları için, beni kötü günümde güldürdükleri için, 88'lik afet olmasına rağmen bana ablalık yaptıkları için, Arnavut düğününde halay çektirdikleri için, ben de şahidim diye en savunmasız zamanımda yanımda olduğu için, oradan gitmemi en başından beri desteklediği için, yazdığım hikayeleri çalmayıp, benimle at üstü, kumsal altı, saçma sapan hayallerimi paylaşıp, bir şeyler dinlerken data giremedikleri için, önemli şeylerini, sırlarının bir bölümünü benimle paylaştığı için, beni sırdaşı ilan ettiği için, ablalık öğütlerimi dinlediği için, gelecek senin için daha iyi dediğimde bunun için uğraştıkları için, yeni gelmesine rağmen vip odasında benden nasibini sabırla aldığı için, koridorda saçma sapan sohbetlerimi çekip, beni dinlediği için, bana oğlum falan dediği için, aslında onların bir bölümüne kızmış olsam da yine tarihin hatırı var deyip geçebileceğim kadar zaman geçirdiğimiz için ve Yasemin'e canım dostuma, beni iki yıl önce orada terk edip, belki daha kolay karar vermemi sağladığı için, ve Kaan'a gerçekten adam gibi arkadaş olduğu için...
İşte geri kalanlara yani size, hepinize teşekkür ederim...

Umarım hepiniz için her şey çok iyi olur, sizin layıkınız iyidir diyorum:)

11 Eylül 2012 Salı

obsesifmakinist: La Vie D'une Autre

obsesifmakinist: La Vie D'une Autre: (Another Woman's Life) Bir kadın aşık olduğu adamla ilk seviştiği günün sabahında on beş yıl sonraya uyanır ve çaresizce haykırır: On beş...

La Vie D'une Autre

(Another Woman's Life)

Bir kadın aşık olduğu adamla ilk seviştiği günün sabahında on beş yıl sonraya uyanır ve çaresizce haykırır:
On beş yıl boyunca uyumuş olabilir miyim?
diye ki evet yani bir nevi öyle.. Çünkü nasıl olduğunun, nasıl geçtiğinin hiçbir önemi yoktur zamanın. Marie aşık olduğu adamla yaşadığı gecenin ertesine onunla bitmiş bir evliliğe, mutsuz bir anneliğe, zengin bir patroniçeye, zina işleyen bir kadına ve aldatılana ve babasının ölümünü bile görmemiş vicdansız bir kız çocuğuna bir kadına uyanmıştır.
On beş yıl boyunca uyumuş olabilir mi?
Hiç farketmez aslında.
Elde ettiği şeylerin elinde olduğunu bile bilmeden kaybetmiş olması, hayatının tek aşkını tek yaşam fırsatını hiç bilmediği bir şekilde harcaması, kısa süreli bir hafıza kaybı veya uykuyla işte neyle açıklanacaksa açıklansın diyesi geliyor insanın, tek şanslık bir hayatta kaybetmiş tarafta yer alıyor Marie, hem de daha bir gece önce aşık olduğu adamı, on beş yıl sonra boşarken buluyor kendini.
Sonra onun arkasında oturup bunu nasıl açıklayacağını bilemediği bir sahnede, hiçbir anısının olmadığı ama yalnızca vazgeçtiğini bildiği adama ilk görüşte aşık olduğunu söylüyor.

İnsanın oturduğu yerden sorası geliyor, aslında her şey bu kadar kıymetliyken bu kadar benzersizken, öylesine yaşadığında ya bir gün çok geç kalırsak? diye...
Bir film sahnesi gibi geri sarılamaz, bir kitap sayfası gibi geri çevrilemez bir yerden yakalamaya karar verirsek değerli bir şeyleri o zaman ne olacak diye?
Kaderin değişik yollarına inananlar öylece onlara sunulanla savrulup gidecek de ya diğerleri?
Onlar geç kalınmış bir ömrü tutumadıkları yerden öylesine harcamaya devam mı edecekler, yoksa pişmanlıktan geberecekler mi çok merak ediyorum açıkcası..
Siz yine filmi izleyin, umuda biraz şans veriyor en azından:)