11 Şubat 2013 Pazartesi

işkencecilerin hizmetçi kızından, iktidarın bıçkın delikanlısına...

Kısa notlar olarak geçeceğim, zaten yazıya dökmeye değer bir sonuç göremiyorum.

BAFTA'lar açıklandı.

En iyi film adayı olmayan bu seneki idareten adaylıklar arasında geleneği bozmadan Argo'ya, olanaksızlıklar içindeki çarpık politik duruşta en iyi film ödülü gitti. Tebrikler

Joe Wright'in teatral ve senfonik Anna Karenina uyarlamasını enteresan bir şekilde geçerek yine en iyi İngiliz Filmi olmayı haketmeyen ama kendi çapında iyi bir film olan Skyfall'un ödülü kucaklaması...cabası

İçi boşaltılmış bir filmi en iyi şekilde çeken Ben Affleck'in, iktidar yalakalığında sınır tanımayan en iyi yönetmen ödülüne kavuşması (ilk baftası)

Ben daha önceki yazılarımda da bahsetmiştim zaten, bu bir yol muhakkak. Nerede ve kimin için birşey olmaya karar vermeleriyle ilgili. Bazıları için.
Bazıları için de birşey olmakla ilgili yalnızca.
Ben Affleck, mahallenin yeni bıçkın delikanlısı, aynı kendi duayenleri gibi nerede olacağına ve kim için olacağına karar vermiş durumda. İyi bir yönetmen olma yolunda küçük ve emin adımlarla yürümektense, ki bence kendinin bu alanda yeteneği var, işleri biraz hızlandırmayı tercih etmiş olabilir. Biz onun daha önceki sansasyonel hayatında da bunu doğrulayıcı davranışlarını hatırlıyoruz tabii. O yüzden hem holivudun içinde olmak, hem de ciddi bir politik duruşa sahip olmak mı istiyorsunuz?? Seçenek sanırım belli.
-Yok öyle birşey
O yüzden bizim sinema hocalarının da defalarca yazdığı şeye geri döneceğim. Evet her zaman içerik önemli. Sinemayı ne için kullandığınızla, sanatı nasıl algıladığınızla ilgili çünkü. Ve Ben Affleck bu çizgide sınıfta kaldı.
Bigelow ise TAMAMEN kendini doğruladı diyebilirim. The Hurt Locker filminde bizim, bomba imha ekibi kisvesi altında Irak'taki Amerikalı askerlerle empati kurmamız yolunda çabalayan Bigelow, bu sefer işi ve muhakkak Savunma Bakanlığı destekli bütçesini biraz daha büyüterek işkenceyi meşrulaştırma görevini üstlendi. 'Bilgiyi almaya giden yolda her türlü muamele mübahtır' sloganıyla başlayan film ilerledikçe, ARAÇ'ın, bilgi karşısında ne kadar değersiz olduğunu kanıtlamak için uğraştı diyebilirim. Binlerce insanın ölmesine neden olan ve gelecekte yine insanların hayatı için tehlike arz eden bir teröristin yakalanması, ilk defa Vietnam askerlerine uygulanmış olan waterboarding* yöntemi işkence ile gerçekleşiyor çünkü. Artık bir insanlık suçu kabul edilen (zor da olsa) işkencenin, haklılığı ve meşruluğunu tartışmaya bile açmıyor film bize. Film daha çok temelde kabul ettiği bu sabit gerçekliğin üzerine inşaa ediliyor. Sinema tarihinin oscar ödüllü ilk kadın yönetmeni ünvanını hakkıyla taşımak için nasıl bir duruşa sahip olması gerektiğini bilmenin yanı sıra, o sert/marjinal/erkeksi çizgisinin altında yatan çarpık idelojinin The Gurdian'dan Naomi Wolf'un da kendi açık mektubunda belirttiği gibi onu zamanı geldiğinde onu hakettiği yere göndereceğini umuyorum.
Naomi Wolf'tan küçük bir alıntı:


Zero Dark Thirty ile kendine farklı bir yer edindin. Filmdeki her sahnede ‘terörle küresel savaşta’ tutuklulara işkence yapılmasını haksız yere meşrulaştırıyorsun. Film, Guantanamo’daki tutuklulara karşı suç işleyen istihbarat ajanlarının hapse girmemesi için çekilmiş, iki saatlik muhteşem bir reklam.
Bin Ladin’in CIA işkenceleriyle elde edilen istihbarat sayesinde bulunduğu filminde iddia ediliyor. Oysa “yarı-belgesel” dediğiniz filmin bu iddiası yalan. 50 yılı kapsayan bilimsel araştırmalar, işkencenin işe yaramadığını gösteriyor.
MEDYA ŞİMDİ ÖVÜYOR AMA: Amerika’ya karanlığın çöktüğü bugünlerde Hollywood seni el üstünde tutuyor, büyük medya kuruluşları seni övüyor. Ama bana kalırsa seçtiğin kariyer yolu, sinemanın bir başka kadın öncüsünü hatırlatıyor: Nazilerin askeri gücünü 1930’lardaki filmlerinde öven Leni Riefenstahl. Sen de Riefenstahl gibi büyük bir sanatçısın. Ama artık işkencecilerin hizmetçi kızı olarak hatırlanacaksın. Amerikalılar bir gün uyanıp rejimin standart yalanlarına senin filminde çanak tutulduğunu görecektir.


ve aslında biraz sevindirici olan diğerleri...

Amour'un en iyi yabancı dilde film
Daniel Day Lewis'in en iyi aktör
Django Unchained'in en iyi senaryo
Emanuella Riva'nın en iyi kadın oyuncu
Christoph Waltz'un yrd oyuncu.... olmasının zaten hali hazırda ellerinde bulunan ödüllerle pek alakası yok bence. O yüzden bunları bir kazanım olarak bile değerlendirmiyorum. 

Ancak bu sene hemen hemen bütün ödülleri Argo'nun toplaması, Zero Dark Thirty gibi beter ve bilinçli bir propaganda ve sömürü filminin büyük ses getirmesi, Bin Ladin belgesellerinin gündeme gelmesi.. İsrail-Suriye-ABD yanısıra olası bir İran işgali böyle usul usul esiyor başımın üstünde. 
E ne diyelim, soğuk savaş dönemlerini anımsatan bir politikayla hareketlenen holivudun, böyle naif tesadüflerle dolu olduğunu, fantastik bir biçimde düşünebiliriz. 
E peki Avrupa bunun neresinde diye sorabiliriz
İngiltere'yi Avrupa olarak kabul etmeyebiliriz.
Farkındaysanız, konu sinema olunca seçenekler de bir hayli artıyor!

İngiltere'nin son on yıllık ödül geçmişine baktığım zaman, inkar edilmez bir tutarlılığa sahip olduğunu söyleyebilirim. 

Asıl ilginç olan durum ise, bu İngilizlerin kendi anadillerindeki seçimlerdeki başarısızlıkları o zaman. Aklıma başka bir şey gelmiyor, çünkü yabancı dilde film ödüllerini, aşağıdaki filmlere verebilmeleri gerçekten enteresan. İkisinden birini anlamadıkları kesin. Ya yabancı dalda film izlemiyorlar, ya da ingilizce bilmiyorlar!  Bir insanın hem Amour'u en iyi film seçmesini, üzerine de Argo'ya oy vermesini başka nasıl açıklayabilirim bilmiyorum.

          Bkz:
Yabancı dilde film ödülleri                                                     En iyi film ödülleri

2013  Amour                                                                                     Argo
2012  La Piel Que Habito                                                                  The Artist
2011  Man Som Hatar Kvinnor                                                         The King's Speech
2010  Un Prophete                                                                             The Hurt Locker
2009  Il y a Longtemps que je'taime                                                   Slumdog Millionaire
2008  Das Leben Der Anderen                                                          Atonement
2007  El Labirente del Fauno                                                             The Queen
2006  De Battre Mon Coeur S'est Arrete                                           Brokeback Mountain
2005  Diarios De Motocicleta                                                            The Aviator
2004  In This World                                                                           Lord Of The Rings
2003  Hable Con Ella                                                                         The Pianist

Şimdi ben demiyorum ki, tüm en iyi film ödülleri kötü filmlere gitmiş, ama hepsinin (biri hariç) ortak bir yanı var, dikkat ederseniz, hepsi oscar yolcusu...
Bir tek 2008 yılında bir şaşkınlık yaşayan saygıdeğer BAFTA jurisi, geleneğini bozmuş ve daha 'bağımsız' bir karar vermiş olabilir ki, bunu doğrulacak şekilde en iyi ingiliz filmi olarak aynı sene, This is England'ı seçmişlerdi...veya.. veyasını düşünmek istemiyorum.

Neyse bu sene izleyemediğim, sonuçlarını oldukça geç öğrendiğim BAFTA da sona erdi. Darısı 24'ünde düzenlenecek olan Oscar'ların başına.
Oscar'a kadar bana daha en az altı yedi film düşer :)
biraz da sinir krizi.




*Cumhuriyet, Nilgün Cerrahoğlu
-Hürriyet haber portalı
-The Gurdian, Naomi Wolf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder