3 Şubat 2013 Pazar

dardenne / loach..ötekilerin hikayeleri

Hiç durmadan haraket halindeki bir trene, herhangi bir duraktan binip, herhangi bir durakta inmek gibi Dardenne sineması. Adeta izleyiciyi kahramanlarının hayatlarına bir süreliğine misafir ediyor. Hikayenin nasıl oraya geldiğini hiç bilmeden başlıyoruz ve nihai sona ulaşmadan vedalaşıyoruz gibi. Romantik bir gerçekçilik değil kardeşlerin beyaz perdeye döktükleri, daha çok çıplak gerçekleri kesit kesit, empati kurmanızı ise mümkün olduğunca imkansızlaştırarak belgelemek gibi. Kimseyi tam anlamıyla sevilebilir olarak çizmemelerinin de bir nedeni vardır muhakkak. Yoksa iş arkadaşını ölüme terk etmekte tereddüt eden bir Rossetta, kendi öz çocuğunu satmak da tereddüt etmeyen bir Bruno, ona yardımcı olmaya çalışan eşini öldürmeyi kabul etmiş görünen Lorna, kolayca suça dahil olabilen Cyril.. Kimse tam anlamıyla iyi veya kötü değil. Nasıl oraya geldiklerini ve kamerayı kapattığı anda nasıl devam ettiğini bilmemiz neredeyse imkansız. Ancak hepsinin bir derdi var. Ne olmak istemediğini çok iyi bilen ve bir iş bularak içinde bulunduğu dünyadan soyutlanabileceğine inanan Rosetta'nın, tek dayanağı bisikleti olan ve inatla artık onu istemeyen babasının peşinden giden Cyril'in, oturum almak için bir yabancıyla evlenen Lorna'nın, hırsızlıkla geçinen çocuk Bruno'nun.. Aslında hepsi bir hayata tutunma mücadelesi. Tutunamamalarının hikayesi. Sokakta görmezden geldiğimiz insanların hayatlarının yansıması sanki. Aynı bir belgesel gibi. Asla onların oraya nasıl geldiğini bilmiyoruz. Çıplak gözle izlemek gibi. Bir anlarına şahit olmamızı istiyor kardeşler ve o anlarını bize anlatmakla yetiniyorlar besbelli.
İngiliz sinemasının hatırı sayılır isimlerinden biri olan Ken Loach'un aksine Dardenne kardeşler (ki genel olarak aynı sınıfı anlatmayı tercih ediyorlar) hikayenin daha karanlık yüzünü, sizin aslında içine girmenizi engelleyerek sizi içine almayı başaran bir sinema diline sahipler. Ken Loach'un yeri geldiğinde gözlerinizi yaşartacak kadar samimi ve duygulu anlatımının aksine, Dardenne kardeşler mesafeli durmayı tercih ediyorlar.
İşte bu bakışaçıları, var olma arayışındaki kadınların, erkeklerin veya çocukların hikayesini anlatan bu iki sinemacının temel farkını belirliyor. Ken Loach ne olursa olsun burjuvaziye bir ders verme niyetinde ve kesinlikle izleyiciye her zaman sorgulayacak bir malzeme verirken, Dardenne kardeşler aynı malzemeyi mümkün olduğunca uzağınıza koyup yalnızca idrak etmenizi istiyor gibiler.
Genelde toplumun köşesine itilmiş, karanlık yüzlerini ve ötekilerini anlatmayı tercih eden iki sinemacının farkı da işte tam burada yatıyor. İngiliz yönetmen Ken Loach sınıfın oraya gelişini de irdelerken ötekilerin yalnızca varlıklarını duyurmanın derdinde olmadığı aşikar. Ken Loach sinemasıyla hiç kuşkusuz politik bir mücadele de veriyor. İngiliz sömürgesini aslında dünya sömürgesinin bir dili olarak kullanarak yererken, ingiliz işçi sınıfını veya işsizlerini, İrlanda problemeni tüm çıplaklığıyla perdeye taşımaya çalışıyor. Belçikalı Dardenne kardeşler ise, yine kendi ülkeleri olan Belçika'ya dair anlattıkları hayatlar, bir kenara itilmiş ancak hikayenin oraya nasıl geldiği belirsiz, suça meyilli ancak anlatacak bir hikayesi ve aslında bir noktada haklı sebepleri olan, toplum tarafından dışlanmış, bir bakıma yine toplumun anormalleri olan insanların anormalleri olmama mücadelesini biraz daha mesafeli olarak izleyiciye sunuyor.
Ken Loach politik tavrını ortaya koyup, hiç çekindemeden propogandasını yaparken, sistemin çarklarının insanı nasıl içine aldığını ve ahlaksızlaştırdığını açık ve sivri bir dille, gözünüzün içine soka soka anlatırken, Dardenne kardeşler bu işi biraz da izleycinin kendine bırakıyor.
İki yönetmenin ortak olan yönleri ise, basit insanların hikayelerini anlatmaları. Abartıları olmayan, her an karşılaşabileceğiniz çoğunluğun içinde kaybolan ve çoğu zaman gözümüze çarpmayanların hikayelerini anlatmaları. İki yönetmen de karakterleri oluştururken onları kahramanlaştırmaktan ve yüceltmekten mümkün olduğunca uzak duruyorlar diyebilirim. Kırılmış ve zarar görmüş karakterlerin basit hikayelerini anlatmayı tercih ediyorlar.
Ülkelerinin önemli sinemacıları arasında olan bu iki yönetmenin de kendilerine has bir dilleri ve kendilerine has mücadele yöntemleri var. Bildiğiniz doğruları yıkıp, yerine öyle veya böyle sorgulanabilecek gerçekleri koymanın derdinde olan bu iki yönetmenin filmografisinden izlediklerimi aşağıda bulabilirsiniz. Ben ikisini de ayrı ayrı takip etmenizi ve filmlerini kaçırmamanızı öneririm.

Küçük bir dipnot olarak: Ken Loach, bu seneki Torino Film Festivalinin kendisine verilen ömürboyu başarı ödülünü, festival çalışanlarının (temizlik ve güvenlik işçilerinin) taşeron şirket aracılığıyla çalıştırılmaya başlanmasından dolayı reddettiğini açıkladı.

Ken Loach
-Land And Freedom (Ülke ve Özgürlük)

-My Name Is Joe (Benim Adım Joe)

-Sweet Sixteen (Afili Delikanlı)

-Ae Fond Kiss (Duygudan da Öte)

-The Wind That Shakes The Barley (Özgürlük Rüzgarı)

-It's A Free World (İşte Özgür Dünya)

-The Angel's Share (Meleklerin Payı)





Jean Pierre Dardenne / Luc Dardenne

-Rosetta

-L'enfant (Çocuk)

-Le Silence De Lorna (Lorna'nın Sessizliği)

-Le Gamin Au Velo (Bisikletli Çocuk)


*Imdb'deki sayfalarından tüm filmografilerini bulabilirsiniz.

*Bu listeler yalnızca şu ana kadar izlediklerimden oluşmuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder