18 Ocak 2013 Cuma

Kırmızı postitli kız

:) gerçek bir hikayeden kesittir :)


















Soğuk bir kış sabahında, kolunda çantası, saçlarını tepesinde toplamış yürüyordu. Hayat alışkanlıklarla doluydu tabii, her şey artık bir rütine bağlanmış ve o yalnızca ezberlenmiş hareketleri tekrarlıyordu.
İstasyonun önünde kafasını hafifçe yukarı kaldırdı. Aslında niyeti etrafa baktığında ona geç kaldığını hatırlatan saatle göz göze gelmek değildi, veya hemen yan tarafında dikilip haince kendini tepeden tırnağa süzen o yaşlı kadını da görmek istememişti ve yüzene düşen su damlası. Yukarılarda bir yerde tanrı ona bir şey anlatmaya çalışıyordu. Emin olamazdı tabii, aşınmış duvarlara baktı, bir de raylara ve peron dolusu insanlara. Çoğu zaman karşılaşmaları bir tesadüftü, ama bir süre sonra ikisi de bilerek saatlerini birbirlerine göre ayarlamaya başlamışlardı. Bilerek hareket etmeye başladığı o ilk günün gecesinde karar vermişti yanında kırmızı postit taşımaya kız.
O sabah onu trende göremedi. Ne kadar olmuştu. Haftalar. Haftalar insanın hayatında neleri değiştirirdi ki. Artık böyle tuhaf mucizelere inanması için bir nedeni yoktu. Belki vapur seferinde  dedi. Belki o gün şans bir kere daha onun yüzüne gülebilecekti. Elindeki postiti tekrar çantasına tıkıştırdı. Her gün bıkmadan kitap okuyan biri ne kadar kötü olabilirdi ki?
İnsanları tanımak için çok şey görmeye gerek yoktu tabii.
Bilgi bir insanı tek başına iyi biri yapabilirdi.
Vapur iskelesine geldiğinde adımlarını sıklaştırdı. Her zaman karşılaştıkları yerde eğer şans ondan yanaysa yine karşılıklı oturacaklardı.
Kulak uğultusu kesildi biraz, tabii onu uzaktan öyle sessizce  kendini izlerken gördüğünde. Belki ayakları da biraz hafiflemiş olabilirdi, öyle süzülerek ön tarafa doğru ilerledi. Montunun kapuşonunu hafifçe geriye itti. Artık kahkulleri düzgünce alnını örtüyordu. Küçük bir gülümseme.
Küçük bir filört.
Kimse zarar görmeyecekti.
Vapurun o bulutları yırtan çığlığı yankılandı gök yüzünde.
Hava sanki biraz daha yumuşamış, onun eldivensiz elleri bu sefer üşümüyordu.
Haftalardır biraz gözlerine düştüğü ve bazen gözlerinde kaybolduğu adama soru sorma vakti gelmişti, gelmişti de, cesaret başka birşeydi tabii. Daha gerçek. Kelebekler gibi olmayan. Kalbini biraz daha zorlayan birşey.
Ya bir kez daha şansı olmazsa, diye düşündü. Ya bu onun hayatı boyunca kullanacağı tek atışsa ve ıskalarsa eğer her zaman içinde uhde kalacaksa.
Kırmız postiti çıkardı çantasından utana sıkıla. Ve evet yan tarafında oturan bütün o teyzeler, amcalar, genç kızlar biraz ona bakıyordu sanki.
Anlamış olabilirler miydi?
Kime ne...
Bana neden öyle bakıyorsun diye yazdı, dolmadan bozma kalemiyle.
Küçük bir gülümseme ikonu kondurdu sonuna. Önemli olan nasıl sorduğuydu.
Hafifçe öne doğru eğilip, erkeğin önünde açık duran kitabın üzerine yapıştırdı hızla.
Şimdi nereye bakması gerekiyordu.
Tabii, ah ya, o kapuşonu asla çıkarmamalı ve belki de kar maskesi takmalıydı.
Utanmış mıydı?
Tam olarak değil, ama hemen tepkisini görmek istemekle, oradan gitmek arasında sıkışmış kalmıştı biraz.
Bir süredir varsın ve gözlerimi senden alamıyorum,  dedi çocuk.
Hoş.. Hoş bir başlangıç tabii.
Eğer işe yararsa bir on yıl sonra anlatılacak güzel bir anı.
Bir de ender birşey.
Tekrar sesler yükseldi yan yana oturduklarında. Ve tekrar renkler göründü, belki hava biraz soğudu onlar birbirleri hakkında konuşurlarken. Belki bazı cümleler tam yerine oturmuyordu. Belki bazı şeyler hiç aşılmaz gibi duruyordu. Ancak karar vermek için her şeyin ötesinde biraz erkendi. Biraz sabretmesi gerekiyordu ikisinin de. Belki kimsenin yazmadığı veya kimsenin okumadığı yep yeni bir hikayenin başlangıcında olabilirlerdi.
Veya belki yalnızca öylesine bir hikaye daha başlamadan biterdi.
Ne olursa olsun denemeye değerdi.

*beğendim doğrusu :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder