951'de bir denizde bir gençle yürüdüm üstüne ölümün..
Dostluğun başka tarihlerde başka emsalleri. Dün yazımda kadınlardan bahsetmiştim, aslında biraz da dostluklardan dem vurmuştum ya, ender olanlardan, bulunmayan dostluklardan, içi dolu olanlardan, işte bugün Refik Erduran ile ilgili olan yazı düştü önüme.
Sanki bana kendini anımsatmak istercesine, bir de dilimdeki tek şair Nazım'ın hikayesini sürdü tekrardan gözüme.
Ben de tekrar kendimi düşündüm okuduğum hikayenin satır aralarında, insanlarımı bir de, benim insanlarımı :) en sevdiğim şiir gibi kimi hala dünyayı öküzün boynuzunda zannediyordu biliyorum ama birileri de Erduran gibi dostluğu yüceltiyordu.
Hoş bir nostalji kapladı içimi sabah sabah, biraz masamdaki tavşan kanı çayımın tadından veya belki biraz annemin dün akşamdan hazır ettiği kaşarlı sandviçimden bir de önümde yayılmış ağa gibi bana bakan gazetemden, biraz etkilendim bu sabah..
Elinde tüfeği, dürbünüyle, bir deniz motoruna atlayıp, arkadaşını karadenizin engin sularında özgürlüğe götüren Erduran'a öykündüm biraz bu sabah..
Bunu bir sır olarak neredeyse kırk yıl saklayabilmelerine..
Cesarete
..Kahırdan siyah nehrin üzerinde yürümesi mi gerekecekti, çıplak ayakları buz kesmiş, nasırlı elleri titriyormuş ve kör gözleriyle. Kahırdan siyah nehir olur mu diye sormuş ona bir gece önce göğüslerinin arasında kaybolduğu karısı. Gülümsemiş, babasından kalma eski bir hikaye olduğunu söylemiş, onun gözlerinin içine derin derin bakmış, uzun uzun solumuş, sanki veda ediyormuş da haberi yokmuş gibi. Gözlerini bir daha açtığında kahırdan siyah nehrin önünde dikilir bulmuş kendini, bir adım atması gerekiyormuş, arkası zifiri karanlık ön tarafı karanlık bir nehir, içinde kahırın sesleri yan tarafında ne olduğunu dahi göremiyormuş.
Cesaret demiş kendi kendine, bir adım atamamış yine de.
Bir kaç saniye sonra önündeki görüntü bulanıklaşmış, biraz daha zaman geçince tamamen kör olmuş zavallı.
Nehrin içinden gelen kahırın sesleri daha bir yükselmiş sanki, bir de yüzüne acımasızca çarpan rüzgarın sesi. Sicim gibi vurduğu yerde ince çizikler bıraktığını hissediyormuş bizimkisi
Cesaret demiş.
Kara kahır nehirinden daha mı kötü burada dikilmek diye düşünüyormuş bir taraftan.
Ayakları bileklerinden sanki yorgun düşmüş de, taşıyamayacak durumu gelmiş. Çıt diye kırılıvermiş, dizlerinin üzerinde yere düşümüş, acıyı hiç böyle hissetmemiş olmasından çok şimdi bir de bilmediği karanlığa doğru emeklemek zorunda kalacağını düşünmüş..
Yüzünden, açık kollarından boynundan geçen rüzgarın bıraktığı kesiklerden akan kanın sıcaklığını hissedebiliyormuş
Kendini böyle bir cehennemin içinde bulmak için ne yaptığını hatırlamaya çalışmış o da
Hayatının her anını, her saniyesini tüm yaptığı yanlışları gözden geçirmiş bir daha.
Bulamamış
Cesaret diye tekrarlamış kendi kendine. Artık kahrın alçalmaz sesi kulak zarını yırtıyormuş. Envai çeşit insan çığlıkları, ağlaşmalar, iç çekmeler, öfkenin sesi sarmış tüm benliğini. Kollarının üstünde doğrulacak gücü dahi bulamamış kendinde. Bir süre sonra bileklerinden başlayan yanma yukarılara doğru çıkmaya başlamış. Gözleri görmese de farkında tabii, alev almış, yanıyormuş. Yanan etinin kokusu çarpmış sonunda burnuna. Tam son nefesini vermek üzereyken çıplak toprağın üstünde duyduğu ayak seslerine vermiş tüm dikkatini. Birinin yanında dikildiğini hissedebiliyormuş. Adamın korkusuzca ön tarafa doğru hareket ettiğini fark ettiğinde, onu durduracak dili de yerinde yokmuş artık.
İnsan bilmediği bir karanlığa doğru gidemezdi, öyle öğrenmemiş miydi kendisi.
Yine de dur diyememiş yabancıya
O bildiği karanlığın içinde yavaşça kaybolurken, diğer yabancı kahırdan nehrin içine dalmıştı bile..
Cesaret.
Nerede kaybolmak daha kolaydı tabii.
Kahırdan kara bir nehrin içinde bir yabancı olarak mı
Bildiğin tanıdığın en azından gördüğün bir tarafta kör olarak mı..
Kahırdan kara bir nehir en azından Nazım'a can verdi..

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder