Selim, dışarıda yağan yağmurun altında öylece dikildi biraz. Biraz sonra onun yanına gidecekti. İlk tanıştıkları kafede yarım saattir onu beklediğinden hiç şüphesi yoktu. İlk tanıştıkları gün de üzerinde aynı yağmurluk vardı ve yine yağan yağmurun altında dakikalarca taksi beklemiş, sonra umudunu kesince karşı kaldırımda onu sıcak bir ortama davet eden kafeye girmişti ve içeri girer girmez barda oturan o güzel kızla göz göze gelmişti. İkisinin de saçından damlayan su damlaları omuzlarının üstünden bar tezgahına ve zemine düşüyordu.
Saatine baktı, vücudu hareket etmesini engelliyordu. Şiddetine arttıran yağmura inat orada saatler geçirebilirmiş gibi hissediyordu. Saat iki buçuğa geliyordu. Yani tam yarım saat geç kalmıştı. Ne fark eder ki diye düşündü. Ne erken gitmesi, ne de zamanında hiçbir şey değiştirmeyecekti.
Aslında olacakları önceden tahmin etme, iyi bir öngörü sahibi olma gibi huyları yoktu. Hatta arkadaşları genelde onunla ters yönde dalga geçerdi. İddia oynarken bile onun söylediği ihtimallerin tersine para yatıran dolu tanıdığı vardı ve biri hakkında kötü bir şey düşündüğü zaman dünya iyisi, iyi bir şey hissettiği zaman da cehennem meleği çıkabilirdi.
O hariç demişti içinden ilk defa, bundan üç sene önce o gün kafede barın önündeki taburede otururken göz göze geldiklerinde bu sefer doğru birşeyler olduğuna neredeyse emindi.
Karşı kaldırıma geçti, kafenin önünde duruyordu. Ona tam olarak ne söyleyeceğinin provasını belki milyon kez yapmıştı. Yapmıştı da gerçekten karşısında tüm varlığıyla oturan ve tamı tamına üç yıldır aşık olduğu kadına, gözlerinin içine bakarken bunu nasıl söyleyecekti?
Barın arkasındaki kız elindeki havluyla kendine işaret ediyordu, dün gibi hatırlıyordu, gülümsüyerek bara doğru yaklaşmış, minnettar bir duyguyla havluyu alıp elini yüzünü kurulamıştı.
"Ne yağmur ama"
O ise yüzüne bakmadan gülümsemişti. Biraz cesaretlendirici biraz hayran edici bu hareketi sonrasında yan tarafta duran tabureyi, bugün bile hala düşündüğünde nasıl yaptığından emin olamadan, onun yanına doğru çekmiş ve iki şekerli türk kahvesi söylemişti.
İşin en zor kısmı ilk cümleyi kurmaktaydı. Ve asla şekerli türk kahvesi içmezdi, bu annesinin nasihatıydı,
'kadınlar kendileri gibi şekerli kahve içen erkeklere hayran kalır' demişti mavaldan, o da inanır gibi yapmıştı o hatırlayamadığı geçmişinde ve o gün o kafede ilk defa bunun işe yarayıp yaramayacağını merak ediyordu.
Az sonra iki fincan kahve kendi önünde bekliyordu. Parmağının ucuyla bir tanesini yana doğru yavaşça itip ve sanki hiçbir şey olmamış gibi önüne dönüp kahvesinden bir yudum almıştı.
"Gerçekten kırk yıl hatırı olduğuna inanıyor musun?"
Aslında kızın sesinde hiçbir ima yoktu, ama o kendi kişiliğinden ki inanılmaz şüpheci biriydi, bir süre sessiz kaldı.
"Bakış açısına bağlı"
Kız bu sefer gözlerini ayırmadan ona bakıyordu.
"Bakış açısı?"
"Yani bu sorunun sonunda bana kırk yıl hatır edeceğini düşünerek içmeyebilirsin ki kırk yılda yalnızca bir kere daha o da belki karşılaşabiliriz veya önümüzdeki kırk yılı düşünmeden yalnızca anın keyfine varabilirsin" demişti.
"Hala kahveden söz ediyoruz değil mi?"
Gülmemek elde değildi, evet dedi.
"Sade söyleseydin bari" dedi.
O anda hatırlamıştı, doğru ya acı kahve demişti annesi, nereden de tatlı diye aklında kalmıştı ki? Hafızasından nefret ederdi, işte o anda bunun için bir nedeni daha vardı. Kız hiçbir şey söylemeden kahvesinden bir yudum aldı, yüzünde memnun bir ifade vardı.
"Yan taraftaki binada bir iş görüşmesine gelmiştim" dedi, İstanbul'a yeni gelişiymiş bunu o gün öğrenmişti. İzmir'de üniversetiyi bitirdikten sonra bir süre çalışmış ve ona yetmeyeceğini anladıktan sonra en yakın arkadaşının da desteğiyle İstanbul'a taşınmaya karar vermişti. Moda'da yetmiş metrekare bir evde oturuyormuş. Dağınık ev arkadaşının arkasını toplamaktan hiç üşenmiyormuş. Hayatta öyle küçük ayrıntılara takılmamak gerek bile demişti. Bunu da babasından öğrenmiş. Pinpirikli annesine inat, babası o derece soğukkanlı ve mantıklı biriymiş. Zaten her şeyi de babasından öğrenmiş. En çok da sabırlı olmayı, akılcı davranmayı. Yeni avukatlardan işte. Mesleğinin tüm özelliklerini üzerinde taşıyordu yani. Şirket avukatlığını bir süre yaptıktan sonra kendi yerini açma hayalinden bile bahsetmişti ona, diğer hayallerinin yanında en çok gidip görmek istediği ülkenin Meksika olduğunu da söylemişti. Tampon bir bölge gibi, bazı şeylerin tarafsızlığını sevdiğini, bazı tarafın ilkelliğini ve en çok da riski sevdiğini söylemişti. Biraz uzaktan diye de eklemişti tabii.
Bu düşüncelerden sıyrılması gerekmekteydi, kafenin kapısını açtı, derin bir nefes çekmişti, az sonra havanın usul usul ciğerlerini terk etmesine izin verdi. Elleri yumruk, yanına yaklaşan garsona yardıma ihtiyacı olmadığını söyledi. Adamın üstündeki yelek biraz dar mıydı ne? O anda bile neye dikkat etmişti, kendine hayret etti ve ilerledi....
devamı gelecek...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder