23 Ekim 2012 Salı

Sen al bunu böyle tut bir süre, sonra da bırak gitsin..doğru zamanı sen zaten bilirsin..

Masanın altında tuttuğu parmaklarını kıtlattı, sonra aynı huzursuzluk duygusu ensesine doğru çıktı. Şöyle gerisin geri ayağa kalkıp ellerini en yukarı kadar uzatıp, boynunu iki yana, ağır hareketlerle çevirerek kıtlatmanın paha biçilmez keyfini sürmek mi dersin, yoksa? Boşu boşuna kafasını dağıtmaya çalışııyordu. Tam o sırada tedirginliği bir seviye daha artmış olan genç garson, ki gerçekten bıyıkları hala terlememişti, üzerine bir beden dar giyindiği siyah, saten yeleğin tek düğmesini yanlış iliklemiş olduğundan bihaber masaya doğru yaklaştı. Ve tüm kibarlığıyla "Bir kadeh daha" aslında bu sorunun altında, 'gelmeyen misafiriniz için bana boşuna sinirleniyorsuz, ve çekilir biri değilsiniz, bence yalnızlığa bir kadeh daha içmektense, tıpış tıpış eve.... ' gibi cümleler geçen o ifadesiz suratındaki tüm duygularını başarıyla gizliyordu. Bu da bir garsonluk yeteneği olmalı diye geçirdi aklından Zeynep. Annesinin koyduğu bu isminden de çoğu zaman nefret ederdi. Zeynepler hep güzel olurmuşmuş, sanki bilmiyordu tüm Zeynep Kamil'in kız bebeklerinin Zeynep olduğunu. Tüm hastanede doğan bebekler mi güzeldi? E o zaman neden herkes orada doğurmuyordu? Onca çirkin insan, yanlış hastanede doğdukları için mi, hilkat garibesi olarak yaşlanıp, öyle ölüyorlardı. İstediği zaman çok acımasız olabiliyordu. "Başım ağrıyor"
"Efendim?"
Eliyle size değil gibilerinden garsonu başından savuşturdu. Kendi kendine konuşma huyu stresli olduğunda biraz daha artardı, özellikle asansörlerde insanların onu kaçık gibi görmelerine neden olan bu tuhaf davranışı da, başka onlarca tuhaf davranışı gibi yenemiyordu. Söylenme kıvamındaki monologları onun için bir terapi gibi olmuştu. Annesine kızdığı zaman, onunla kavga ettiği zaman, işte birşeyler ters gittiği zaman, herhangi birşey veya biri onu sinirlendirdiği zaman, hiiiç fark etmez, başlardı kendi kendine konuşmaya.
'Adın gibi naif olmalısın'
'Hadi ya kim diyor?'
'Annen'
'Hadi anne, görüşürüz'
Hızlandırılmış tartışmalarında Zeynep hiç kendini yormuyordu ve asla annesinin ondan beklediği gibi naif biri olamazdı. O yüzden özellikle annesinin karşı çıktığı pek naif gazeteciğili kendine meslek olarak seçmişti. İyi ki de seçmişti, yoksa onunla başka ne şekilde tanışabilirdi ki?
Bir kere daha kucağındaki çantasını yan taraftaki sandalyeye bırakmaya teşebbüs etti. Geldiğinden beri bu ikinci denemesiydi, yine başaramadı. Sanki o çantayı yan tarafa bıraktığı anda dımdızlak ortada kalacaktı.
Hiç beğenmediği kırmızı şaraptan bir yudum daha aldı, şöyle eksperler gibi ağzının içinde dolandırdı, Meg Ryan'ın Fransız Öpücüğündeki gibi içinde hangi meyvaların, baharatların olduğunu tahmin etmeye çalıştı, bir kaç metre ilerisinde parlak yelekli garsonla göz göze gelinceye kadar. Hızla yuttu ağzında bir kaç saniyedir tuttuğu şarabı, zaten hiçbir şeye benzetememişti. Of bir yeşil efe yanına şalgam ne de iyi giderdi!
Çantasını biraz daha kuvvetle sıktı.Kalbi hızla çarpıyordu. Çantasından çıkardığı allık aynasından göz makyajına son bir kere daha baktı. Hiç de fena görünmüyordu. Ne şanstı, bazı Zeynepler gerçekten güzel oluyordu. Kendi kendine gülümsedi. Artık kapının önünde bir sigara içme vakti gelmişti.
Kapının gıcırtısını ta oradan, bilmem kaç masa geriden duyabilmiş olduğuna kendi bile inanamıyordu.Çaktırmadan ölçtüğü nabzı biraz hızlanmıştı. O yine doğru bir karar verip vermediğinden emin olmadan, o küçük çantasının içindeki dev kutuyu düşündü. Suat onu yeterince yüreklendirmişti. Suat en yakın arkadaşı, kardeşi olan insan ve Nejla, hayatındaki başının gerçek belası, kız kardeşten farksız olsa da gerçek bir belaydı ve teyzesi, anne yarısı, en güvenilir sırdaşı, arkadaşı ve o işte, o da ona yeterince cesaret vermişti. Klişeleri yıkmakta ne vardı ki? Çantasının içindeki kadife kutuyu bir kere daha kontrol etti. O ise emin adımlarla kendine doğru yaklaşıyordu bile..

devamı var:)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder