Ardı sıra 6 tane kitabı yarım bırakmışlığın verdiği burukluğu unutmayı tercih edip, vicdan muhasebesi altında ezilmemeye çalışarak, unutarak, yok sayarak, başka şeylere (ki onlar da baya kısıtlı ve sığ) konsantre olarak, işte öyle böyle bir şekilde geçen zamanın üstüne, nihayetinde, mutlulukla bir kitabı bitirmiş bulunmaktayım:))
Şimdi burada tekrar tekrar yazmam gereken yazıları, atladığım haberleri ve okumam gereken kitapları falan bir kenara bırakıyorum. Biraz heyecanlıyım, neden mi bahsediyorum?
Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın'dan
'Bir saniyenin on yıldan hızlı geçtiğine inananlar daha benim hayatımı yaşamadı' diyor Oskar. Ben hayal bile edemiyorum. Saniye arıyor gözlerim, bir zamandır unuttuğum kol saatim olması gereken yerde değil. Telefonumun saatine bakıyorum, saniyeyi görmek imkansız. Ayarlarla uğraşmak istemiyorum. İçimden saymaya başlıyorum. Ağırdan alıyorum. Neredeyse olmuyor. En kötü anımı düşünüyorum, hani hep derler ya 'zaman durmuş gibi olmuştu' diye. Öyle bir acı, öyle bir korku hatırlamaya çalışıyorum. Pek büyük birşey yaşamadığımı farkediyorum. Sonra deprem geliyor aklıma. O 40 küsür saniye sanki saatler gibi gelmişti bir çok insana. Hatırlıyorum, ucundan yakalıyorum Oskar'ın anlatmaya çalıştığını, yatarak kitabımı okuduğum yerde huzursuzca kıpırdanıyorum.
T. Schell'in bir elinde Evet yazıyor, diğerinde Hayır. Aslında hiç sorgulamadan tüm soruların gerçek cevapları bu iki kelimeden mi geçiyor dersiniz? Kitap buna tam olarak cevap vermiyor tabii ki ama başka bir şeyleri besliyor. Umut gibi, en umutsuz olduğu anda; inanç gibi en dibe vurduğunda çıkıyor karşısına dokuz yaşında ufacık bir çocuğun. Çoğunluk gibi karşılamıyor o kara kuyuyu, kara bulutu ve karanlığın ta kendisini. Hayatta hem yeni bir şeyler yaratmış olmanın verdiği yorgunlukla en çıkmaza düştüğü anda icatlar yapıyor, kendini durduramadan, tekrar tekrar. Ya hep böyle icatlar yapmak durumunda olursam? diyor. Ya kendimi hiçbir zaman durduramazsam? diyor, aslında kendini ağır ağır götürdüğü yeni bir başlangıca yaklaşırken.
*Üzüntünün ölçümünü yapabilmek için tüm insanların göz yaşlarının biriktiği bir tesisat
*İnsanların duygularının renklere göre ayrıldığı bir sistem
*Gökdelenlere fırlatma sistemleri
*Herkesin birbirlerinin kalp seslerini duymasına yarayan küçük hoparlörler
*Büyük cepler, taşınabilir cepler, daha büyük objeleri taşıyabilecek
*Tanınan herkesi tanıyan bir alet böylelikle ambulans geçerken üstünde meraklanmayın yazacak....
Bunlara benzer onlarca icat yapıyor Oskar, kendi hikayesi babaannesinin ve dedesinin hikayesiyle karışırken... hem acılarını dindiriyor hem büyüyor bir şekilde. Suskunluğunun ardındaki çığlığı yavaş yavaş ses buluyor hikayesinde, o yalnızca babasına yaklaşmaya çalışırken. Oldukça samimi ve içten. Oldukça hayali ve gerçekçi. Oldukça kendimden birşeyler buluyorum ve kaybediyorum. Ne kadar düşünüyorum emin olamıyorum ben bu romanı okurken....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder