17 Haziran 2013 Pazartesi

evdeki hesap ve çArşı ya uymadı...

Bizi evimizden attılar.
Biz de tüm sokaklarda can bulduk,sorun değil. Hiiç sıkmayın canınızı.

Aynı gün.
Bir kaç alınacak vardı. Onları toparlayıp kuzenle geziye doğru yol aldık. Sözleştiğimiz arkadaşlarla buluştuk. Çadırların orada oturduk, kah ondan kah bundan en çok da ertesi sabahla ilgili umuttan konuştuk.
Bir megafon ne işe yarardı ki?
Sabah moral konuşması yapılacak dedi.
Elimde böyle megafonla tüm çadırları dolaşıp, herkese 'günaydın' 'günaydın' 'günaydın' 'günaydın'.. diyeceğim, dedi.
Aslında sinir bozucu değil mi?
Ama biz hepberaber güldük.
Megafon ise elden ele  dolaşmaya başlamıştı bile. Başka bir arkadaş, yoldan geçenlere 'boş gelmeyin, çorba getirin' mesajı veriyordu. Başka bir arkadaş, başka bir arkadaşına, tam olarak ne için olduğunu bilmese de kızıyordu veya kızdırıyordu. Ama hepimiz gülüyorduk.
Forumlar kuruluyor, insanlar kendiliğinden, hatta sorulmadan fikirlerini paylaşıyorlardı. Bu iyi bir gelişmeydi. Tabii buna bağlı onların da gözleri daha çok parlıyordu. Benim kızgınlığım dinmişti. İşte ne bileyim, endişelerim gitmişti. Ya geri adım atılırsa, bugüne kadar süren o direnmenin anlamı ne olacaktı ki? Sanatçı buluşmasından beri bunu düşünüp duruyordum. Dayanışma çıkmama kararı aldı. Sevindik.
Sonuçta Gezi parkı ne olursa olsun bizim..

Bir önceki günlerden bazılarında ve yine aynı sabah.
Erdoğan meşruiyetini yitirme pahasına böyle birşey yapar mı diye konuşuyorduk. Ben hep mümkün bulmuyordum bu olasılığı.Kendisi, anlamsız bir yere hukuki süreci takip edeceğini beyan etmişti, bu saçmalama sonucunda da bir saldırı beklemiyordum açıkcası. Yanılmışım.

Sonuç: Tam o esnada, başka bir grup arkadaşla sohbet ediyorduk. Bizim kafamıza baret, boynumuza gaz maskesi geçirmişlerdi. Ben yine de içeri girmeyecekler diye düşünmekteydim. Sanırım hayatımın en optimist anını yaşıyordum o ara, hala hatırlar hatırlar gülerim
Bizi hiç acımadan zehirlediler, dağıttılar, dövdüler falan. Çapulkenti de darmaduman ettiler.
Gerisi teferruat ve olağan..

Ara sokaklar, kurulan barikatlar, geri çekilmeler, tekrar öne gitmeler. Safları sıklaştıranlardık biraz. Ara sokaklara kadar girdiler, kapıların önlerine, kapıların içlerine kadar geldiler. Pangaltı tarafı. Benim yön bilgim çok iyi değil. Kafam da tabii biraz dumanlı.
Bir apartmana sığındık. Bunu 19 gündür bir çok kere yaşamıştık.
Ancak bu sefer apartmanın neredeyse içine girdiler. Biz sığındığımız 4.katta nefes almamak üzereydik. Kapı açıldı. Bir ses 'içeri girin'
6 kuşaktır İstanbullu bir aile. Bizi bir süreliğine misafir etti.
İstanbul'un güzel insanları...

Arkadaşların çoğuna ulaşamamaktan mı? Aramaya kıyamadıklarımdan mı (kötü birşey duymak istemiyordum) Yoksa nasıl nereye çıkacağımı bilmemekten mi? Darallardan darallar beğendik. Olmadı.
Çıktık sonra. Gerçek manada, daha çay içecektik'in üstüne hem de.
Karşı evin içine kadar giren biber gazından ağlama sesleri arasında yine döküldük yollara. Ana cadde, savaş alanı. Sloganlar atılıyor. Coşkuluyuz yine. Kaybettiklerimizin bir bölümüyle buluştuk. Sonra diğerleri de geldi. Sonra yine yoğun bir toz ve gaz bulutu...
Dünya tekrardan mı yaratılıyordu ne?
Böyle yaklaşık saat 12 30 a kadar Avrupa yakasını yol eyledik.
Sonra saatlere yorgun düşen bedenlerimizi alıp evimize dönmeye karar verdik.
Avrupadan Anadolu'ya bir yol. Bu ev demek ya benim için.
Uzunçayır'da bir güruh. Güruhların yine en güzeli. Orada da gazlandık biberlendik, elimizdeki taşlarla seslendik, ses eyledik o bariyerleri. (taş atmak yok!)
Sabah 5'e doğru eve girdik. Endişeli görünen ailem hala oturmaktaydı. Halk TV karşısında gözleri çakmak çakmak yanmaktaydı...

Ertesi gün malumunuz. Babalar günü. Benim hem komünist hem kemalist babam için nöbet devriydi. Aynen de öyle dedi giderken. 'Nöbeti devralıyorum'. Hiç dolanmadan  direkt Taksim'e çıkacaktı. Hani şu poliş işgali altındaki Taksim'e.
Çıktı da maşallah.
Çıktı bizim yiğit.
Kafasına yediği bir plastik mermi, kulağını sıyıran öteki, gazı biberi de tuz biber maşallah.
Benim ki gece direne direne eve geldi.
Dostlar sağolsun.

E ne oldu şimdi.
Hiç şöyle bir ses duydu mu acaba, açık mektuplarda, kapalı mektuplarda, fısıltılarda..
hmmm tamam o zaman, çok gaz yedik biraz geri çekilelim.... mi dedik.
Yoksa biz gaz yedikçe gaza mı geldik?
İyi düşün sayın başbakan.
Kim kazanacak bu işin sonunda?
Biz yine Taksim'deyiz.
Taksim kapalı mı, Harbiye
yok olmadı Osmanbey
Yok Tarlabaşı, tepebaşı, nişantaşı, cihangir.
gazi yürüyor, cadde yürüyor, kartal yürüyor..
eskişehir, trabzon, antakya, ankara, rize bile...
sen düşün.
benim oturduğum sitede ilk defa dün tencreler sokaklara indi.
tuhaf iş.
sen yapıyorsun, tersine işliyor.
ayakta ölmekse niyetin. 'kahraman' gibi hani
onu da bu saatten sonra yemezler.
iyi düşün
sonra diz dövmesi, alt dudak bükmesi, emine kurtar beni, kurtarmaz seni
itiraf et
evdeki hesap çarşıya uymadı
pişmanlık yasasından faydalanabilirsin hala
biz öyle senin gibi faşist diktatörler değiliz
o silahı yavaşça yere bırak
ve ağır ağır uzaklaş arkadaş


***sizi yüzde yüz seviyorum benim yüzde ellim...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder