7 Mayıs 2013 Salı

biraz da komik ve tuhaf tarafları...

en sevdiği pembe gülü dalından koparmış ve onu çaktırmadan benim çantamın içine sokmuş, bana kendince tabii, mutlu olmam için sürpriz yapmış biri
biraz sonra, beni arayıp çantama bakmamı söyleyip, şimdi ona öküz dediğim için mahçup olup olmadığımı soracak tabii
biraz sonra, o güle iyi bakmam gerektiğini, onu kurutmamamı ve gözümün önünde tutmamı tembihlediğinde
biraz sonra bana ertesi gün bir onbeş gül daha getireceğini söylediğinde
ve biraz sonra bunun asıl nedenini öğrendiğimde hiç de şaşırmamalıydım
gül reçeli
ona en sevdiğinden gül reçeli yapacakmışım.

bu durumdaki anormalliği yok hayır kimseye sormuyorum.

hafta sonu planımız var mı diye sorduğumda, aşk diyen bir adam.
sevgi babında
yani bu haftasonu da birbirimizi sevmeye devam edeceğiz.
mütiş bir plan

sihirli tılsım olarak kendimize mönşın gladbah'ı seçtik. Eğer bir şeyin iyi olmasını bekliyorsak kesinlikle nerede olduğumuzun bir önemi yok Mönşın gladbah diye bağırıyoruz. hem de böyle asabi asabi, çatık kaşlı bağırıyoruz.

İkimiz de şekerli türk kahvesi içiyoruz. onun ağzının içinde kalay var misali, tek kerede kafaya dikenlerden,
ben ise ağırağır, biraz soğuttuktan sonra içenlerden ve her defasında üşenmeden benim kahveme göz dikenlerden biri bu, yine de bir şekilde anlaşıyoruz.

ondan birşey isteyeceğim zaman hemen anlıyor. daha telefondaki ilk kelimemden, dökül diyor. bunu nasıl yapıyor bilmiyorum. ses tonumun tuhaflaşmış bir hali olacak, onun kulaklarda demek ki maşallah. ama üzülmeyin, hepsi beni  daha iyi duyabilmek için.

ben de onun memnuniyetsiz suratsız hallerini anlıyorum. ama ne yazık ki bu bir yetenek değil. o kadar az belli ediyor ki kendisi, ben değil tüm herkes farkına varıyor.

Aslında benim için de öyle diyorlar. suratsızlığım hiç çekilmezmiş. biz herhalde otomatik değnek saklayanlardanız, birbirimizi görünce, tuhaf.

iddia'da da genelde Bayern Münih'e basıyoruz. hatta çoğu zaman o kızsa da ben tüm paramı. genelde de kaybetmiyoruz, kazanıyoruz.

aralıklı tavla oyunlarımız. yenilmeyi kabul etmiyor. bu duyguyu ben bir yerden biliyorum. yenildiğinde benim için yenildiğini idda ediyor. ben de he diyorum. he öyle. sonuca bakıyorum 5-0, sonra yoluma devam ediyorum. tavla bu arada onun kolunun altında (bu bloğa bir tek benim yazabilmem harika bir durum :D )

ona kalsa bütün yaz yalnızca barbunya ile beslenebiliriz.
ve tüm gün yalnızca iz tv izleyebiliriz
ben de politikadan ve sinemadan konuşunca hiç susmuyormuşum ve onu hiç dinlemiyormuşum
bir de çok heyecanlanıyormuşum, bunu hiç anlamadığını söylüyor.

yani anlayacağınız filmlerin gerçek olduğuna inanmamla, devlet düşmanı olmam arasında tuhaf bir tutarlılık var. ve sohbet arasında, arkadaşlar yanında özellikle bu iki başlıktan bir konu açıldığında benimki, bazen biraz da onunla ilgilenmemi söylüyor.
şimdi o elindeki silahı yavaşça yere bırakıp, bana dönebilirsin... misali.

onun saçının en çok üç numara yarısı, iki numara bazı yerleri kesilmiş halini gerçekten seviyorum. ama bunu ona hiç söyledim mi onu bilmiyorum. o da saçını her traş ettirdiğinde, bak senin için deyip, elimi kafasına götürüyor. böyle tuhaf bir tırtık hissi, komik ama güzel doğrusu.

bazen komik bir şekilde gülüyor, sesli sesli. ben bir erkeğin  sesli gülmesine çok gülenlerdenim. onun sesli gülmesi bazen hoşuma gidiyor. bazen yalnızca gülmesi.

o da benim tüm tepkilerimi (neredeyse) ezbere biliyor. elimi kaldırışım, parmak hareketlerim, gözümü devirişim, ses tonum. bir de erkek haliyle utanmadan benden önce beni taklit ediyor. mesela en  sinirli olduğunuz anda, tam diyeceğiniz birşey var, hem de gediğine. düşünün ki o benden önce söylüyor. geriye de gülümsemek kalıyor.
hızlı olan kazanıyor misali.

bazen tekli monolog yapıyorum. buna da çok gülüyor. kendim sorup kendim cevaplıyorum. daha da abartıp bazen kendi kendime tartışıyorum. evet onun yanında. hiç sesini çıkarmıyor. sonuca vardığımda da, aferin sana diyor.
bana zaten ironik bir biçimde aferin demeyi de çok seviyor.

sokakta yürürken bir anda durup tuhaf birşekilde kuş sesi dinliyoruz, boynumuz tutulana kadar kafamızı yukarılara kaldırıp, o dolambaçlı ağaç dallarının arasında kuşu arıyoruz, bulamadıysak da hangi kuş olduğunu tahmin ediyoruz ve yola devam ediyoruz. (aslında bunların bir çoğu 3. tekil şahıs)

bizim bir de tuhaf bir fizik tedavi alışkanlığımız var. böyle içimiz sıkıldığında ve moralimiz bozulduğunda veya yalnızca o an iyi birşeyler hissetmiyorsak işte, böyle birbirimize sarılıp, heh iyileşiyorum, diyene kadar bekliyoruz. ve evet nerede olursa olsun, bunu yapabiliyoruz.
işin komik tarafı da gerçekten iyileşiyoruz.

......

sonra bir gün geriye dönüp baktığımda, bir iskele kenarında, yağmurlu bir istanbul sabahında, elimde şemsiyem, içimden 3'e kadar sayacağım...*

*Age of Innocence

bu yazı aslında hiçbir şeye atıf değildir, tamamen keyfidir..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder