22 Nisan 2013 Pazartesi

rüzgarın sırrı

gitmiş olmak için değil, geride bırakmak için belki. bir adım daha attı. önündeki zifiri karanlık yol bir kıt aydınlanmadı. o karanlığın içine işledi. her zaman oraya aitmiş gibi. kollarını iki yana açtı. rüzgarın vücudunu delip geçmesine, karanlığın tüm sırlarını saklamasına, kirpiklerinin kırpışmasına izin verdi. uçabilir miydi? bir melek misali dünyanın en yüksek tepesinden, ismini kendi koyabilirdi, tapınaklar tepesinden süzülebilirdi. göğsünü boşluğa bırakarak, rüzgar boynunu yalayarak, avuçlarıyla havayı yakalayarak öylesine bırakabilirdi kendini. 
uyandı, terden ıslanmış yorganına, yastığına, çarşaflara değdi. 
uyandı, elleri yumruk yumruk, gözleri çapaklı, pijaması ter içindeydi.
eğer ölmeseydi, şu an beni sever gibi yanımda uzanabilir, eğer beni terk etmeseydi ezberlerini tekrar tekrar söylebilirdi dedi.
ihtimallere sarılmaktan, olmayacakları düşlemekten ve geçmişi geri getirme çabasından nefret ederdi.
bir demli çay, biraz koyun peyniri, bir kaç parça sele zeytini ve dilim domatesleri üzerine limon gerekliydi.
uyandı, bir kabusun sonunu bilmişliğiyle hayatın acımasızlığı arasında bir yerdeydi.
boşluktaki karnına dokundu.
bir insanın karnı en fazla ne kadar boş olabilirdi.
boş zihinleri, boş karakterleri, boş hayalleri hep görmüştü halbuki.
demlenen çayını ocaktan aldı.
kahvaltı tabağına hüzünle baktı.
bir damla göz yaşı süzüldü, tam çenesinin altında kaldı.
yarım.
yarım kalmış her şey gibi.
eliyle topladı her damlayı üstünden.
peki şimdi ne yapmalıydı. 
parmak uçlarında ilişti pencere kenarına. parmak uçlarında bir balerin gibi. çocukluk hayaliydi. dünyanın en narinleri kimse bilmese de belki en esnekleriydi.
kırılganlığını bırakabilmişti neyse ki. büklüm büklüm belini, boynu büküklüğünü, bir de ağır gelen yükünü. 
bir gecede.
bir gece, büyük bir karanlığa denkti. o gece yıldızların kaybolmasını izledi. birer birer. soluklaşmalarını ve sonra gözden kaybolmalarını. her bir sönüşte, tanıdığı birini kaybetmiş gibi. her bir karanlıkta karanlığın nasıl büyüdüğünü biraz da.
seni her zaman seveceğim sözleri
her zaman kelimesinin anlamını kimse bilmezdi
ve bir de asla
asla olmayacakların sözü 
hep yarım kalmış bir buse gibi
veya bir duvar kenarında saatlerce gelmesini bekleyip sonra geri dönmek gibi
veya hayatının en büyük riskini almışsın ve geri kalan tüm hayatını bir poker masasına yatırmışsın gibi
kelimeleri kimse bilmezdi.
şu hayatta kimin ayakta kalmak için, mücadele etmek için bu insafsızlığa ihtiyacı vardı.
vazgeçmemek olası mıydı.
parmak uçları birbirine değdi.
masanın iki ucunda oturmuş iki yabancı gibi konuşuyorlardı.
hayalleri herkesin ayrıydı da, yalnızca biri git gide başkasına benziyordu.
yalnızca biri, bence olabilir diyordu.
yalnızca biri hayallerini değiştiriyordu.
hayallerini değiştirmez insanlar.
hayalleriyle uğraşamazsın.
onlar aslında herkesin en büyük sırrı.
o ne diye hayallerini değiştirmişti.
bilmiyordu.
parmak uçları birbirine değdi.
iki yabancı, yabanıl, vahşi olmuşlardı.
birinin içinde uysal bir ev hayvanı, diğerinde bir beton yatmaktaydı.
biraz beklemeliyiz.
ne için peki.
büyümesini izlemek için mi?
biz hiçbir şeyin büyümesini sevmeyiz.
büyüyen dertler, klişeler, hayatın en renksiz anları gibi.
büyümesin.
böyle gitsin, böyleyken.
parmak uçları birbirine değdi.
ellerini avucunun içine almadı asla.
yüreğini masaya, yüreğini ağzına almadı asla.
kendince hayallerin kendince insanı olmayı seçmişti.
olduğu gibi kalmayı yani.
biraz sığ denizlerde yüzmeyi.
suçlu kimse değildi.
hayat ne olursa olsun özgür bir tercihti.
değil mi?
parmak uçları birbirine değdi.
ve o bir kaldırım kenarında kusuverdi.
içindeki tüm kötülüklerin anasını.
dertli yanını.
bir çocuk masalını.
bir kaldırım kenarına bıraktı bir gece vakti.
parmak uçları birbirine değdi.
yağmurla birlikte bir yol izledi.
bir mazgala kadar başarıyla gitti.
pisliğin kustu şehir, onu da yerin en altına gizledi.
artık yoluna devam edebilirdi.
bir arabanın ön koltuğunda oturmanın avantajları
rahatlamış midesi
sönmüş yıldızları çantasına gizledi.
ey dünyanın en güzel kadını
bana sırrını söyle
bu kadar şeffaf bu kadar dokunulmaz ve bu kadar naif olmanın altında yatan ne?
ben bir hiçim dedi.
boşluğa daldı eli.
çim kokusu
erik tatı
ekşimtrak bir keyifle
beni rüzgara bırakın
o size sırlarımı açıklayacak dedi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder