13 Aralık 2012 Perşembe

bugüne gelen yol dünden geçer

Politik bilincin yüksek olduğu coğrafyada da, düşük olduğu yerlerde de reaksyon ayrı nedenlere bağlı hızlı bir varoluş gösterebilir.
Şunu demek istiyorum, politik reaksyon, özellikle kendi zıttından-baskıdan- kaynaklandığında çok hızlı bir şekilde güçlenebilir ve yaygınlaşabilir.
Bunun dünya üzerinde çokça örnekleri var. Özellikle Güney Amerika'da. Afrika kıtasında. Yanıbaşımıza bakarsak da özellikle İran'da Şah sürecinde yaşananları yaşı yetenlerin veya okuyanların unuttuğunu sanmıyorum. Baskı rejimleri ve yasakçılık mantığı, aslında hepsi faşizmin değişik yüzleri, ne kadar sindirilmiş bir toplum yaratma ideası üzerine konuşlansa da, aslında fark etmeden veya ederek, yalnızca belki bazen geciktirerek de olsa kendi sonunu hazırlamaya mahkumdur. Biliyoruz.
Örneğin Muhammed Şah Rıza döneminde İran'ın, Türkiye ile birlikte İsrail'i tanıyan iki müslüman ülkeden biri olması ve bugünün İran'ı. Tabii hiçbir ülkede olmadığı gibi İran politik çözümlemesinde de küçük başlıklarla herhangi bir yere gitmek doğru bir yol değildir. Ancak burada altını özellikle çizmek istediğim şey, İran politikasının geçmişteki Amerika politikasına olan güdümü ve aşırılıkları, 1979'a gelen süreçte özellikle Humeyni'nin elini rahatça güçlendirmiştir. Yani Muhammed Rıza kendi monarşik yönetimiyle bir bakıma kendi sonunu hazırlamıştır. Toplum içindeki alışverişin en azından daha tutarlı olması belki bu süreci uzatabilirdi, ama Şah, bunu başarıyla oynayamamıştır. Bu uzun vadede doğru hamlelerle oynanabilecek bir oyun da değildir zaten. Tarih ortada.
İngiltere, İrlanda, olaylarını biliyoruz. Filistin ve İsrail, Kudüs sorunu, bitmek tükenmek bilmeyen kızışmaları. Arjantin olaylarını, Şili ayaklanmalarını..
Gelmek istediğim nokta bu baskıcı rejimlerin klasik sonlarıyla ilgili aslında.
Bugün 13/12/2012 Silivri'ye otobüsler kaldırılıyor, cumhuriyetçiler, kemalistler, demoktarlar, zamanında antidemokratlar, milliyetçiler, askerler, siviller ve  diğerleri bir hukuk suçuna dikkat çekmeye çalışıyorlar. Doğru.
28 şubat döneminde, muhafezakarların e-5 boyunca el ele inci taneleri gibi dizildiklerini, türbanlı kız öğrencilerin üniversite kapılarından çevrildiklerini, özellikle türbanlı kesimle ilgili çıkan efsanevi hikayelerin nasıl yaygınlaştığını, türk milletinin en güvendiği birimin ordu diye sonuçlandığı anketlerin yapıldığı...zamanları hatırlıyorum. Bu insanlar ellerini boş bırakmadılar tabii ki, meclise türbanlı girdiği için çıkartılanlar, mesleğinden men edilen başka türbanlı kadınlar, birilerinin anası, ablası, evladıydı tabii. Biraz sermayeleri de vardı. Bir de doğru politika ve örgütlenme yetenekleri, başardılar. Ne yaptılar, kendilerine karşı oluşturulan o baskı rejimine karşı politika geliştirip, iktidara kadar geldiler, durmadılar, devam ettiler, iktidarın tüm araçlarını satın aldılar, tüm ihaleleri kazandılar,toplumun her alanına nüfuz ettiler, geleceğe giden her yolu inşaa ettiler ve yaptılar. Sonra ne oldu, dönüp bakarsak, yalnızca Ergenekon-Balyoz-Odatv falan değil. 29 Ekim kutlamalarına ket vuruldu, Dolmabahçe'deki askerler geri çekildi. Anıtkabir'e saat bilmem kaça kadar insanlar alınmadı. Odalara, iş yerlerine Tayip'in resimleri asıldı, kız öğrenciler türbana zorlandı, okullarda türban dağıtıldı, türk bayrağı asanlarla ilgili soruşturma başlatıldı, yollar kapandı, konserler yasaklandı, paranın üstündeki kemal resminin değişmesi gündemdeymiş. Yok artık daha neler, gitmez mi, isteyin istemeyin işte, istiklal marşının okunma zorunluluğu kalkacak, rosetlerin üstündeki resimler değişecek, bir de anayasanın ilk bilmem kaç maddesi, kaldıysa artık onlar.. Ve kemalistlik bir illegal, yeraltı düşüncesi olarak varlığına devam edecek. Olamaz mı dersiniz. Ben bir kemalist değilim. Ancak biliyorum ki, bu yasaklamalar yasaklananın elini güçlendirmekten başka bir şey yapmıyor. Heyhat, bakıyorum şöyle, tabii biraz fantastik bir çerçeve de çizmiş olabilirim, benim işim yazma tarafında, ama geçmişin baskısı bugün onu böyle güçlendirdiyse, bugünün baskısı yarın seni, peki yarın sen gücü eline alınca yine ne olacak? Bu böyle tavuk yumarta devam edecek mi, yoksa biriniz benim de olduğumun farkına varacak mı merak ediyorum? Ama bugün asıl derdim bu değil. Bugün bu topraklarda bilmem kaçıncı kere tekrarlanan yasakçı zihniyete duyduğum tiksintinin bir kıt daha arttığı bir gün. Hapishanelerde hasta insanlara insanlık dışı uygulamalar olduğunda hala bazen şaşırabiliyorum. Hatta yıllardır yapılan o insanlık dışı uygulamaları normalleştiren, görmezlikten gelen, düzeltmek için çabalamayan bu ülkenin "aydın" "asker" "entellektüelleri"ne yapılan işkencelere de. Bunları da tabii unutmamak lazım. Haksızlıkların meşrulaştığı bir memlekette, gelip o gerçek sizi de vurabilir. Cezaevinde can verebilir, başka çirkinliklere maruz kalabilirsiniz. Bunu o anda gücü elinde tutan kimse düşünmedi tabii.
İnsana karşı politika üretmenin açıklaması olamaz. Bir de cehaletin..
Beslendiği kaynak aynı olduğu müddetçe iki solcu türkü şiir söyledi diye bugün en öngün politikacı ilan edilen, halkın önderini şakşaklayanlar unutmamalı ki, zorbalık hak ettiği reaksyonu eninde sonunda alacaktır. Kendilerinden bilsinler zaten. Onlar gerekli reaksyonu gösterebildikleri için bugün böyleler. Ya diğerleri onların akıbeti ne olacak peki.
Ve bu kadar gazetecinin tutuklu olduğu ve artık neredeyse kimsenin adam akıllı bir şeyler yazamadığı bir ülkede yaşıyoruz. Elim her hangi bir gazeteye gitmeye korkuyor. Solcular bile artık biraz iktidara oynuyor. Saçma saçan bir karmaşa hakim yani. Resmi ideolojiden ve onun her türlü hallerinden nefret eden ben, biraz sıkılıyorum artık.
Şikayetlenmekten, ders almamaktan, gerekli kozları yerinde kullanamamaktan bıkıyorum. Bir de ihanetten. Yanlış adamla yoldaşlık etmekten. İşte o zaman yine Humeyni'yi hatırlıyorum. Komunistler ve mollaların el ele verip faşizme karşı mücadele etmelerinin üstünden o kadar zaman geçti. İran 79 devriminden sonra mollalar ilk komunistleri telef ettiler. Komunistler kendilerine gelemediler. Peki burada neler oldu hatırlayanlar var mı acaba? 28 şubat sürecinden sonra neler oldu?
Tabii ki tarih tamamen geçmişinin aynası değildir, ama inkar edilemeyecek benzerlikler olduğu ortada.
Bugün Silivri davası ve 14 yıldır süren Selek'in haklı mücadelesi söz konusu.
Utançla hatırlanacak bir geçmiş daha yazacağız yani bugün.
Benim de hala biraz midem bulanıyor doğrusu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder