5 Kasım 2012 Pazartesi

İskoçya'da bir köy

Javier Bardem'in kadraja girdiği andan sonra ciddi biçimde seyri değişen Bond filmine gittik dün akşam. Toplam bir on beş kişi.
Filmden çıktığım ilk anda da, beğenmedim çok iyi değil ama J. Bardem gerçekten mütiş bir performans göstermiş değerlendirmesini yaptım. Şu an pek öyle düşünmüyorum. Ortalamanın üstünde bir kahramanlık filmiydi kanımca.
Ve 23. Bond filminin 50.yılı az buz değil yani.
23 film arasından en büyük gişe hasılatı yapan film.
En iyi kadroya sahip olan (J. Bardem,D. Craig, J. Dench, R. Fiennes, B. Whishaw, A. Finney...)Bond filmi.
Imdb (kale al ya da alma ama dünyanın en büyük sinema sitesi) sitesinde en yüksek puan alan Bond filmi ve ilk 250'ye giren ilk Bond filmi
Son serinin ilk İngiliz asıllı yönetmeni olan Sam Mendes, drama yönetmenliğinde hakim olduğu dili
mütiş bir şekilde yine beyaz perdeye yansıtmış bence.
Ayrıca dramatik çatışması falan önemli değil veya sinema dili açısından büyük bir kaygısı yok Bond filmlerinin
ancak buna rağmen, aksiyon dışında mantık hatalarını en aza indirgeyen ve görsel şovunu yeterli dozda yapan
daha mantıklı bir Bond filmi olmuş kanımca.
İzlerken, hadi yaa gibi söylenmelerle gözümü ekrandan çevirme ihtiyacı duymadım.
Ağır işlemesi beni hiç yormadı.
Mütiş ötesi bir jenerikle açılış yaptı.
Bond'un trenin üstünde vurulup, uçurumdan suya düşme ve suyun altından dibe dalma sahnesi, Şanghay'daki göktelenin çevresindeki okyanus ilistrasyonu ile hoş bir uyum içindeydi.
Benim dikkatimi çeken, M'in sorgulama odasında güvenliğin yetersizliği, Silva'nın o odaya rahatça girmesinden daha çok, M'in artık soğuk savaşta değiliz, diye 50. yıl göndermesi yapıp, eski Bondlara veda etmesi, eskiyi bekleyen izleyiciye en basit dilde anlatması ve düşmanın kim olduğunu artık biz bile bilmiyoruz ile, yeni dünyaya ve anlayışa göre filmin mantığını açıklaması başarılıydı.
Çok fazla spoiler vermek istemiyorum ve izlemeye değer bir Bond filmi izledim dün gece.
Hayranlarının kaçırmamasını öneririm.
İstanbul'a olan oryantalist bakış açısı sizi çok rahatsız etmesin. Beni artık etmiyor açıkçası.
Belki biraz da çok Türkiye filmi yapsak ve tanıtsak ve İstanbul'un başka resimlerini onlara biz gösterebilsek böyle olmaz.
Belki de yanlızca basit bir şekilde bu işlerine geliyor.
Ama ben ilgilenmiyorum.

Gelelim en büyük atışa, filmin en büyük gücü kesinlike J. Bardem'den geliyordu.
Genelde hiç zorluk çekmeden sinema filmlerindeki, dizilerdeki kötü karakterle empati kurabilen ben ve hatta genelde tüm ajan/kahramanlık/amerikan bayrağı filmlerinde direk düşmanı tutan ben, yine dün hiç zorluk çekmeden ikinci yarının onuncu dakikasına kadar, sabırsızlıkla bekledim ve Silva karakterinde adamım sahneye çıktığı anda heh işte dedim. Kahrolsun MI6, patlasın her yer, ölsün M diye böyle iç geçirdim. Hatta Daniel Crag'in karşısına deli mi bu Sam Mendes, ne diye bu kadar güçlü bir karakter çıkarır ki diye düşündüm.
Psikopatsın sen Javier Bardem
No country for old man'e döndüm.
İlk tanıştığımız yere yani.
Pöff yine döktürmüş yahu, insan değil bu dedim de dedim:)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder