Kişinin sinemadan alacağı hikayesi kesinlikle kendi algısıyla ilişkilidir. Çünkü perspektif dediğin şey, yalnızca bakış açısı değil aynı zamanda birikimdir. Bu yüzden üçe beşe ayrılmış yığınların bir film üzerine yaptıkları farklı konuşmalar onların öğrenilmiş dünya bakışlarından gelir.
Ve aktivist bir solcunun, aktivist olmayan reformist bir solcunun, hiçbir şeye karışmayan ortalama yaşayan bir solcunun ve bir liberalin, bir apolitiğin filme bakış açısı tabii ki aynı olmayacaktır. Anlatılan şeyi kendi yaşanmışlığına göre yorumlayacaktır. Bu sahnede ben F.Yücel'i etkin (Aktivist bir solcu) olarak değerlendiriyorum.
Fırat Yücel, filmi değerlendirirken özellikle insanın çerçevesini ölüm ve doğum ile sınırlayan, ruhsal teselli filmi olduğunu söylemiş. İnsanoğluna kendi anlamını aşan metafizik bir anlam verdiğinden bahsetmiş ve son olarak ve bence en önemlisi değişik başkaldırı formlarını özellikle diktatörlük tanımını, kölelik karşıtlığı ve Nazizimle biçimlendinmiş' demiş. Çok uzunca açıklamak istemiyorum ancak, Filmin ben de bıraktığı şey ruhsal bir teselliden çok, bir hareketlilik, bir neden arama ve sorgulama oldu, içeride sunulan tüm o metafizik öğelerin, belki o kadar basit olmasa da en çok fantastik estetik açısından etkileyici olduğunu hissettim. Yani film daha çok damlalardan okyanus oluşturma fikrini, eski kafada her bireyin kendi kapısının önünü temizlemesine uydurmuyor kanımca, çünkü gerçekten okyanuslar damlalardan oluşuyor ve insanın dünyasında herkesin kapısının önü dışında kalan yerler de var, yani demek istediğim kelebek etkisi gibi, fantastik bir düzlemde değil ama aldığımız küçük kararların gelecekte bir devrime yol açması da değil belki ama, karakterimiz üzerindeki etkisinden bahsediyor. Aynı bugün F.Yücel'in aktivist bir solcu olmasının tek başına Fırat Yücel'i tanımlamaması gibi ve dünya görüşünün katıldığı eylemlerden kaynaklanmaması gibi. İnsanın gerçekliği bence, onun hareketlerinin detaylarında yatar, doğal tepkileri ve hazırlanmamış konuşma etkinlikleri, spontene gelişen olaylar bir insan üzerindeki fikrimizi netleştirir. Gerisi etikettir. Aktivist bir solcu olmak, avukat olmak, doktor olmak, çıkarcı bir iş adamı olmak..vs
Bulut Atlası bir din yaratıyor, tüm dinler nasıl oluşuyorsa aynı şekilde ve öylesine bir insanın, bir vadi insanın dine bakış açısını seriyor gözümüzün önüne. Orada asıl hassasiyet isteyen şey bir insanın dini yaratmasından çok dinin insan üzerindeki etkisi oluyor.
Tanrı yaratmanın, bir nevi başka bir felsefi akım yaratır gibi, bir önceki inanılmışlığı sorgulamaktan geçtiğinin altını çiziyor yeni dünyanın yeni tanrısı. Bunlar çok önemli çünkü o bir insan tanrı, bugüne baktığımızda bile hala elimizi süremediğimiz, dudaklarımızı aralayamadığımız sekterliklerimiz var. Sorgulamanın başladığı yerde yeni bir inanç oluşturuyor insan, bir şeylerin değişebileceğine inanıyor. Bu yeni bir din öğretisi olsun ki filmde öyle lansa edilmiş veya yeni bir dünya görüşü, bir başkaldırı formu bu. Değiştirme isteği ve inancı. İnanç insanın kendisiyle ilgili diyor. Özgür irade işte burada devreye giriyor ve senden sonraki hayatları da etkiliyorsun, senin tartışmasız gerçekliğinle. Çünkü varlığın başkalarının sana baktığı sürece mümkün diyor film. Bu ne kadar metafizik gibi görünse de, tabii ki sen benden bağımsız da varsın ama senin varlığın geleceğin varlığı için bir etkiye sahip, yani bugün senin kararların ve üretimin, bir sonraki neslin varlığını oluşturuyor diyor bu film ve bu bence çok önemli, egoizmden uzak ve gerçek.
Diğer taraftan birbirine bağlanmış altı hikayenin altındaki metini okuduğumda, bir umut vaad ettiğini düşünüyorum. Nasıl bir insan olmaya karar verirseniz, öyle bir insan olursunuza. Kararlarımızın evet doğum ve ölümle sınırlanmış şu kısa hayatımızda tamamen özgür iradeye bağlı olduğunun altını çizmiş ve olsun varsın Nazizim ve Kölelik karşıtlığıyla anlatsın politikasını, o koca yığınların faşisizm algısını en rahat nasıl verecekse onu seçmiş bence. Yoksa ailelerin kendi ailelerini kapatmak için dolu para dökmeleri de bir faşizm etkinliği olarak sayılamaz mı? Veya kaos ve krizden beslenen kapitalist dünyada, yine sistemin kendisini yenilemesinin teorisi kriz ve kaostan, büyük yıkımdan geçmiyor mu. Faşizm zaten Vahşi Kapitalizm olarak tanımlanmıyor mu? Nükleer karşıtlığını da taraftarlığını da anlatırken, kendi insanını gözü kırpmadan öldüren zihniyet hangi tarafta veya insan doğası diye bize satılan öğrenilmiş egoizm kaynaklı maddiyatçı dünyada gözünü kırpmadan başka bir insanı altın için zehirlemisi hangi dünya görüşünü besliyor? Ve herkese ne olacağını seçme şansı sunuyor film, üreten, mücadele eden ve onurdan yana mı, yoksa hayatın içinde kaybolup giden taraf mı? Ve son sahnelere doğru, peki ne için? diye soruyor Haskell Moore, Ne için bütün bunlar, değer mi diye Adam Ewing'e...
Benim için olmadı mesela, ben devam edemedim, kimileri ediyor, kimileri için anlamı büyüyor mücadelenin, kimileri sistemin içinde kaybolup gidiyor ve savaşmak için değerli birşey bulamıyorlar. İşte o yüzden herkese soruyor film bu soruyu. Peki ne için ve neredeyse bir sahne önce sorusunun cevabını Sonmi 351 ile veriyor film. Peki sizin cevabınız ne?

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder