***Facebook anasayfaya girince, yazının hızla başlığını değiştirmeye karar verdim.. Ve bu arada ben bir Erkin baba dinleyicisi değilim. Selamlar..
İlk pazartesi öyle kazasız belasız atlatılmıştı ki, koşarak eve gitme, kalan pırasadan limon eşliğinde yeme ve koşarak spora gitme eylemlerini gayet kazasız bir şekilde tamamladım. Zumba falan derken, biraz kol çalışması ve insanları daha fazla bekletmemek için yapılan hızlandırılmış üst bacak egzersizinden sonra koşarak (bir nevi hala kardiyo yapmaktayım) siteye döndüm. İşte öyle misafirlerimiz falan da var, kafede oturmaca, yarım göz tv'de şarkı yarışması falan izlerken, bir yandan da sohbet sürüyor (geyik diyelim) işte o ara, ilk defa Erkin Koray'ın oynadığı reklamı gördüm.Of çenem, benim canım çenem durur mu hiç? Hayır elbet, car car başlamadım mı, ne karizma bıraktım, ne tutarlılık, bir de sırıtıp, yazık diye iç geçirdim, para o kadar mı değerli ya dedim. Biz işte nevi şahsına münhasır solcu geçinenlerin böyle acımasız bir tarafı da oluyor. Yeri geliyor düşmandan çok düşmanlaştırıyoruz bizimkileri. Ben de biraz öyle yaptım. Sonra bu sabah gazetemi okurken alttaki yazıya rastladım. Yorumsuz aktarıyorum, isteyen katılır...
"Bu arada sosyal medyada Erkin Baba neredeyse çarmıha geriliyor. Yok efendim o Türk rock'unun babasıymış, hayranlarına nasıl ihanet edip, bir reklamda hem oynayıp hem şarkısını satarmış. Vay vay vay, sosyal medyanın en kahramanları, neden mesele Erkin Baba olunca neden öyle celallendiniz? Zülfü Livaneli "Ey özgürlük" şarkısını iletişim şirketlerinin emrine verirken, Mazhar Alanson "ham" yaparken nerelerdeydiniz? Beş kuruş para vermeden Erkin Baba'nın şarkılarını internetten indirirken, bu adamın güneş enerjisiyle yaşamadığını hiç düşündünüz mü? '
*Işıl Özgentürk'ün bugünkü köşesinden alıntıdır.
Bir de şu telefon reklamı var aklımda, biri genç elinde cep telefonu, biri yaşlı tripotlu bir amca. Anı yakalamaya çalışıyorlar güyaki, tabii bizim emektar daha tripotu düzeltene kadar, genç tüm pozları yakalıyor.
Tüketimin artık bu kadar yaygınlaştığı bir zamanda, sanatı da bu kadar rahat gözardı etmeleri hayret verici mi, tabii ki değil. Zaten insan hayatını pratikleştirdiği müddetçe de kullanılacaktır. Peki insan hayatını ve kültürünü yok ettiği sürece? Bunun kararı herkesin kendinde. Ben bir fotoğraf karesi için sanatçının ne kadar emek, zaman ve para harcadığını öğrenerek büyüdüm. Şanslıyım yani.
Ve bugün salı, 20 Kasım. Biraz da iyi şeyler var tabii hayatta. Neyse ki var. Günün anlamına uygun bir yazı yazmak istiyordum. Sonra biraz abartı kaçabileceğini düşündüm, küçük bir dipnotla anmak yeterli galiba.
İyi ki doğdun, iyi ki varsın, düşe kalka gidiyoruz tabii, bazen düşmeler yoğunlukta, bazen kalkmalar tabii ve sana aslında bir şiir hediye etmek istiyordum, bir de fotoğraf albumü. Bir yanım dijital çağdan nefret ediyor ya hala, anılarımızı dokunabileceğimiz, tozlanabilecekleri bir yerde tutmak istedim ama yetiştiremedim, neyse bir daha ki sefere:) Şiire gelirsek, o her zamanki gibi Nazım'dan. Bir ara belki gizlice cebine falan atarım. Uzaktan gören de beni romantik sanacak:) Korkum o ki, şiiri zorla okutturmaya çalışırsın bana, aynı saatlerce şarkı söylememi istemen gibi, sesimi de tanıyanlar bilir:) çekilir değilimdir hani. İşte gözü kördür ya, benimkinin kulaklarını da sağır etmiş olabilir:)
Bazen mırıldanıyorum ben de, küçük küçük, gözünden hiç kaçmıyor benimkinin veya kulağından
Sevmenin bütün halleri
Doğum günün kutlu olsun yeniden

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder