“Birileri iyi bir şeyler yaptıysa bunu herkese söylemek gerek” dedi Octavia Spencer kırmızı halı konuşmasında, ki daha kendisi The Help filmindeki performansıyla En İyi Yrd. Kadın Oyuncu ödülünü alacağından en azından bizim bildiğimiz kadarıyla bihaberdi. Sinemaseverleri temelde ikiye ayıran Akademi ödülleri bir tarafa anlamsız, politik, klişe ve haksız gelirken; bir taraf ise inatla Akademiye inanmaya devam ediyor. Pazar gecesi Türkiye saatiyle sabaha karşı dağıtılan 84. Akademi Ödüllerini bu iki şekilde de değerlendirmek mümkün ve kanımca iki tarafında kendince haklı gerekçeleri var. Akademi üyelerinin şimdiye kadar dağıttıkları bütün Oscar heykelleriyle gerçekten yılın en iyi filmini vs. seçme gibi bir hüneri olup olmadığı da açıkçası umurumda değil. Ancak burada Spencer’a yalnızca bir noktada da olsa hak vermeden geçemeyeceğim şöyle ki, iyi bir iş yaptığınıza inandığınızda ne yazık ki bunun karşılığını veya hakkını bulması günümüz dünyasında bir peri masalına inanmak demektir. Kimileri bu peri masallarından payını alırken, büyük çoğunluk emeklerini, (sinema adına konuşmam gerekirse) şanslıyla neredeyse boş sinema salonlarında, kimileri ise gösterime bile giremeden yitiriyor. Yapılan hiçbir şeyin yitmediğine inanmak ise biraz optimistlikten ileri gidemiyor kanımca. O yüzden onlarca film festivalleri, yarışmalar, organizasyonlar arasında Akademinin de en azından değerli az çok eseri hak ettikleri noktaya taşıdığını ve sırf bu yüzden bile kale alınmaya değer olduğunu düşünmekteyim.
Kanımca bir hayli sönük geçen ödül töreninde Merly Streep’in üçüncü kere Oscar heykelciğine kavuşmasını ve kürsüde yaptığı konuşmada, “Bir daha buraya çıkamayacağımı biliyorum....” tarzında serzenişte bulunmasını hiç samimi bulmadım. Bu alacağı dördüncü ödülün şaşasını arttırmaktan başka bir amaç taşımıyor bence. Neredeyse bir erkek olduğuna inandığım Albert Nobbs’daki performansıyla Glenn Close’un ödülü almasını çok istemiştim. Belki başka sefere...
The Artist filmini izlememe kadar tüm sene boyunca izlediklerim arasında beni en çok etkileyen Cannes’da Altın Palmiyeyi alan The Tree Of Life filmi favorimdi. En çok Sinematografi alanında başarı elde edeceğine inandığım T. Mallick eseri, sinematografi bir yana, ödül töreninden eli tamamen boş döndü. Ama şunu belirtmek isterim ki filmi daha izlemeden yalnızca fragmanıyla büyülendiğim onca görüntü benim kendi hayali perdemde olması gereken yerini aldı.
Daha sonra izlediğim The Artist ise, tahmin ettiğim üzere En iyi film, Yönetmen ve Erkek Oyuncu ödüllerinin sahibi oldu. Jean Dujardin gerçekten mimikleriyle izleyiciye neredeyse hasret olduğu bir performans sergilemişti. Ödülünü alırken sessiz sinemaya atıfta bulunarak sessiz kalacağını ummuş olsam da, Fransız coşkusu görülmeye değerdi.
En iyi Yrd. Erkek Oyuncu Ödülünü alan 82 yaşındaki Christopher Plummer, heykelciği öptükten sonra “Benden yalnızca iki yaş büyüksün!” diye yaptığı gönderme ise içime dokundu. İşte burada Akademi ödülleri tekrardan benim gözümde değersizleşti. Henüz izleyemeyenler için Beginners’ı tez zamanda izlemelerini öneririm.
George Clooney’e bir vefa borçları var gibi dayanan Akademi Jurisinin Hawai tanıtımı niteliğindeki The Descandants’ın En İyi Uyarlama Senaryo ödülünü almasının üzerinde durmayacağım bile ama henüz izleme fırsatım olmadığı W. Allen’ın Midnight In Paris En İyi Özgün Senaryo ödülünü aldı ve tahminimce iyi ki de aldı.
Gary Oldman’ın ilk defa adaylık kazanması onun oyunculuğunun değerini nasıl etkilemiyorsa unutmamak gerekir ki, akademiden hiç ödül alamamış ne dehalar geçti beyaz perdeden (Bkz. Alfred Hitchcock, Federico Fellini vs.)
En İyi Yabancı Film Ödülünü kazanan İran yapımı A Seperation, İran adına bir ilke imza attı. Filmin tartışmasız başarısı bir yana, Asghar Ferhadi’nin salonda yaptığı konuşma dikkate değerdi. “Ülkesinin bu politik kriz gündeminde dünya tarafından kültür aracılığıyla duyulmasını coşkuyla karşılayan Ferhadi, aldığı ödülü halkına ithaf etti. Ama akademi bunu ne kadar gerçekçi değerlendirdi bunu bilmiyorum. Çünkü gerçekten Diplomatik olarak İran ile ilişkilerini kesen İngiltere ve Amerika’nın, batının en prestijli sayılan Oscar heykelciğini bu sene İran’a vermesi, kafamda soru işaretleri oluşturmadı değil!
Sinematografi, Ses Montajı, Ses Miksajı, Görsel Efekt, Sanat Yönetmeni ödüllerini alan Hugo’yu izlerken gözlerimin dolmasına engel olamamıştım. Aya Seyahat’in resmini çizen robotun altına attığı imza George Melies’dan başkasına ait değildi. Sanki sözleşmiş gibi yarışa giren iki filmin de, The Artist ve Hugo, sinemanın doğuşunu hatırı sayılır bir dille tekrardan anmaları çok naifti. Ancak yine de The Artist’in Amerikan klişesinden kopamayıp mutlu sona bağlaması bir çok eleştiri alsa da, G. Melies’i tekrardan anmak bile sinemaseverler açısından hoş bir tecrübeydi.
Sonuç olarak bir başka Akademi Ödülleri yine iyisiyle kötüsüyle sona erdi. Ağızda bazı yerlerde tatlı bazıların da acı bir tat bıraksa da izlemesi keyifliydi.
Ödül töreninden küçük anekdotlar vermem gerekirse,
*Michelle Williams, hem Marilyn Monroe performansıyla hem şık kırmızı elbisesiyle göz alıcıydı. Ayrıca karakter üzerine çalışırken eve gelen postacıyı yarım bir Monroe taklidiyle karşılamış olmasına hiç şaşırmadım. Başarı biraz da insanın işini ne kadar ciddiye almasıyla ilgilidir.
*Jean Dujardin’in “Star değilim insanım” söylemi bir Avrupalı’nın gözünden Amerika’da ünlü olmaya karşı duruşu olarak değerlendirilebilir mi bilmiyorum, ama duyması güzeldi.
*Jessica Chastain’in son iki yılda on bir tane film yapmış olması, son dönemde oyunculuğuyla ne kadar yükselişe geçtiğinin bir göstergesi. Onun karşısında erkek performansı açısından kolaylıkla gösterebileceğim isim ise, Michael Fassbender’den başkası değil.
*Nick Nolte’nin kırmızı halıda kıpkırmızı suratı ve spikerin söylediklerini anlama zorluğu çekmesi biraz nahoştu.
*Penelope Kardeşleri takip edenler için yeni ve uzun vadeli bir marka yaratma planı içerisinde olduklarını hatırlatmak isterim, evet sinemayla pek bir ilgisi yok.
*En İyi Erkek Oyuncu dalında yarışan ve çok samimi arkadaş olan Clooney ve Pitt’in ikisinin de ödülü alamaması belki Pitt’in ifade ettiği gibi “Aslında rakibiz” gerçeğinin onları etkilemesini de önlemiş olduJ
*Billy Cristal’ın potporik sunumu, sessiz sinema sekansıyla başlattığı tören açılışı gerçekten eğlenceliydi
Ayrıca bir de benim için Christian Bale’in En İyi Yrd. Kadın Oyuncu ödülünü sunması, kendisinin hayranı olarak yüzümü gülümsetti ve O. Spencer’ın dediği gibi gerçekten de ne şanslıydı ki, salondaki en seksi adamın elinden ödülünü almış oldu.
Yine de Akademi Ödülleri işte, B. Cristal ne de güzel ifade etti, ne kadar eğlenceli olsa da, kimi zaman bozuk saat misali günde bir kere de olsa doğruyu vursa da, milyonerlerin birbirlerine altın heykel sunmaları dünyadaki ekonomik kriz gerçeğini unutturmaz. Bir kaç saatliğine eğlenmiş olduk, ben de bunun üstüne bir kaç satır karalamış oldum...
Unutmamak gerekir ki çoğu zaman gerçekten “Mutlu sonlar yalnızca filmlerde olur”
G. Meiles.....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder