14 Mart 2011 Pazartesi

yarım...


“Işığı kapatın, nolur” diye yalvardı adeta. Gözlerinin altındaki morluklar en az üç günlüktü.
“ellerimdeki kayışları biraz gevşetseniz” dedi doktora. 
Adam ona sıkıntıyla baktı. İkisi de onun yapabileceği hiçbirşey olmadığını çok iyi biliyorlardı.
“nolur” diye yalvardı yine de. Doktor, rutin kontrollerini yapıp odadan çıktı.
Şimdi gözünü kapatıp bir başka dünyaya gitme şansı vardı, ya da acısıyla beraber gözünü beyaz tavana dikecekti. 
Bir süre karar veremedi. 
Kısık gözlerle etrafı süzdü. 
Herşey alışılmış gibiydi.
Kırık aynaya, etejerin üstündeki yarısı açık not defterine, tam olarak göremediği, arka tarafında kalan cama, camın dışında olduğunu hayal ettiği dünyaya, kapıya, kapının hasarlı eşiğine, bu florasan lambaya, lambanın gözünü yakan ışığına baktı tekrar tekrar. Hepsinin belli bir düzeni vardı hayatında, hepsine bir rol vermişti kendince. Onlardan yeni hikayeler oluşturmak hiç de zor değildi onun için. Daha küçükken duymuştu onun hikayesini. Kaç kişi bu kadar şanslı olabilirdi ki? Bir o bir de kendisi. Hayatı nereden göreceği konusunda netti.  Nefes almadan yaşayabilen, ölse de yaşıyormuş gibi yapabilen kaç çeşit canlı vardı. Gelişmiş bir homo sapiens türüydü o. Kendini çok şanslı görüyordu. yine de bileklerinin anlamsız acısına takılıyordu bazen. Bağlı ellerini çözüp çözüp bileklerini okşuyordu hayalinde. Düşünmesi bile iyi geliyordu ona.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder