16 Kasım 2014 Pazar

bir buçuk gün deyip geçmeyin! Bir Lyon macerası.

Fransa'ya gidecektik-lerle dolu bir kış, bir yaz yarısı geçirdikten sonra gittik.

Dünyanın en romantik şehirlerinden birini bünyesinde barındıran bu üzüm tarih ve sanat ülkesinin başka güzide bir şehrine. Lyon'a.
Ve yalnızca Cenevre'ye olan 140 km'lik mesafesini öğrendikten sonra, Bora'dan son zamanlarda almaya başladığım direksyon derslerimi derhal insanlığın hizmetine sunmaya karar verdim..
Tabii kuzen bunu duyunca, benim şöforlüğümün varlığıyla, ehliyet uyumuyla, mesafe uzunluğuyla hafif tedirginleşmedi değil.
Anacım nolcek ki? Burası Avrupa, İstanbul'un salıpazarı trafiğine benzemez, şöyle boş yolda bonjovi dinleye dinleye...
Neyse İsviçre'ye ayrı vize lazım mışşş! Patladık.
Kimilerine göre hayatları biraz daha uzadı. Planı erteledik. Bir başka Avrupa şehrinde kullanacağım araba..

Ama bilen benim sinemayla olan naçizane ilişkimi bilir.
Az severim, az okurum, az izlerim misal.
Neyse bizim Lumiere Kardeşler de buralıymış meğer. Ne hoş! Sinemanın kardeşleri.
Bunların 'ev'den bozma yaşadıkları 'şato'yu şimdi müze yapmışlar. Romantik.
İlk sinematograflardan sizin oralarda kim kaldı?
Ve bir panoramik çekim düzenginin içine nasıl sığarsınız? ve işte onlarca çekilmiş kısa filmleri.
Böyle ilk kameraları izlerken, bilim adamlarına yaraşır yaratıcılıklarına hayran olduk. Biri yakışıklı biçimde biyolog bunların öbürü de kimyacı. İkisi de sanayici. İkisi de yaratıcı ve sonuç olarak film yapımcıları.

Sinematograf cihazlarının sergilendiği müzeyi gezerken şansımıza hayatlarının kısaca anlatıldığı belgesele denk geldik. Küçük metal sandalyeler üzerine dağınık bir şekilde konuşlanmış insanlardan ses çıkmıyordu. O müzelerin karanlık odalarına has rutubeti hayali olarak da hissetmiş olabilirim. Ama inanın ki o sandalyede, o cızırtılı görüntülerin birbirine eklemlendiği film şeritleri ve melodik fransızcanın o odanın karanlık duvarlarına çarpıp sonrasında kulağımda ve gözümde bıraktığı iz bir şaheserdi.
Sinemayı seviyorum. Lumiere kardeşleri de. Sonra onların Meiles ile olan ilişkilerini de. Sonra Warner Bros falan. Bir zamanın devleri değil bu isimler hala devler.

Sinemanın bir amacı olmalı? Bugun geldiği noktayı düşündüğümde heyecanlanmamak mümkün değil tabii.
Lyon gezisi yalnızca Lumiere kardeşlere verilen bir selam değildi.

Minyatür ve Sinema müzesi. Daha ilk girişte beni Nolan'ın The Dark Knight'ıyla karşıladı. Şaka gibi. Böyle ağzım kulaklarımda ama bir joker gülümsemesi değil, Anadoluya özgü yerel refleksimle Amerikalı refleksimi birbirine karıştırıp dolandım. Yok yaav!lar kendini Vauv'lara, Oh god!lar kendini anam anamlara bıraktı...
Filmlerde kullanılmış aklınıza gelebilecek çoğu karakterin orjinal maketleri.
Ve burada da görsel efekt belgeseline denk geldik. İnanılmaz bir şanstı ki bu, o yeşil arka planda dünyayı nasıl resmettiklerini öyle incelikli anlattılar ki, yine geçenlerde Interstellar'da Nolan'ın bunu kullanmadığını okuduğumda, bu sefer gerçekten neden bahsedildiğini biliyordum.
Geçelim.
Minyatürler ve Dan Ohlmann. Yapımı en iyi 6 ayla 14 ay arası süren harikalar dünyası. Her bir eserde başka bir dünyaya giriyorsunuz. En ince ayrıntılar, kitap ayracı, sigara külü bile belirtilmiş. Ve özensizce yere fırlatılmış bir kağıt parçası ve testerenin aşınmış ucu.. Anlatmakla bitmez, gidip görmeniz lazım.







Notre Dame Katedralini ve diğerlerini anlatmayacağım.
Ayrıca Lyon'un biraz pahalı olmasını da.
Ama bir garstronomi merkezi ve ben hayatım boyunca gittiğim hiçbir şehirde toplam olarak bu kadar güzel restorantları yan yana dizilmiş görmedim. Ve bu kadar güzel yemekleri ve sudan ucuz şarapları (kesinlikle mübalağa değil) ve güzel insanları vs.
Yıllar sonra ilk defa Hediye sultanın yaptığından başka parça et yedim. Hem de 200 gr. Bir sos ile servis ettiler ki.. Neyse geçiyorum.
Yine benim tipiklerim ve yeni bira denememelerim. Ben Supernatural'dan fırlama Dean'im ya bu konuda.
Yalnızca Bud içerim!
Neyse kuzenimin black'den blonde'a

elinden geleni ardına komadı. Ama haber şu ki, Almanya'dan sonra Fransa bira yeri değil :)

Sonra ilk defa bir şehirden alışveriş yapmadan ayrıldım. Daha önceki seyahatimde bolca içki aldığım için o bölümlere bile neredeyse ilişmedim.
Ama böyle bol yürümeli, bol sinemalı, bol biralı, şaraplı ve yemekli ve güzel müzikli ve hoş ve yalnızca 1,5 günlük bir geziydi.

Gece olarak: King Arthur'a katiyen gidilmeli. Ki biz bile orayı internetten bulduk. Köküne kadar english pub. İçeresi şahane, müzikler, ortam, tüm gece servis ettikleri hotdog, kıyafetler ve diğerleri. Küçücük masaya sığışıp biralarınızı devirebilirsiniz. Veya barın önünde dikilebilirsiniz. Sohbet muhabbet tam. Olmazsa olmaz ben diiim.
Komik anı: Aslında biraz bedevi hali. İşte yemek içmek gezmek öğrenmek fillerini hakkıyla gerçekleştirdikten sonra, az zıplamak falan lazımdı. Biz de bir çok mekana öyle veya böyle girip çıkmıştık.
Unutmadan diyim, şehrin içinden iki nehir geçiyor ve tüm eğlence şehrin ortasında akıyor. Biz de böyle salına salına dolanıyoruz, gürültü arıyoruz, böyle ayaklarımız bizi, o gece orada canlı müzik olacak nidalarıyla yankılanan bara götürdü. Oh, o ne? Tabii ki program 11'den önce değil. Bizde hemen İstanbullu olmanın uyum hali.
İçerisi canlı müziğe göre biraz boş. Ama sorun değil. Sonra ne biliyim, Vanilla Ice'dan, Gansgter Paradise'a falan.. müzik kopuyor ve üstüne üstlük bir de canlı.
Tuhaflık! Herkes mi beyaz saçlı! Neredeyse. Bir baktık ki biz Lyon'nun o yaş grubu için uygun, hani bunlar da ölmediler, eğlenebilirler' barına gelmişiz. Tamam eğlenebilirler. Ama tüm şehirde bangır bangır bağırmanın anlamı ne? Biz gavurlar ta uzaklardan gelmişiz. Yedik tabii. O haraketler, siz diyin 70)ler ben diyim 80'ler. Amerikan filmi izliyorum. Bir köşede müzik kutusu eksik.
Barmenin ağzındaki lolipopa mı yanarsın, sırtındaki melek kanatlarına mı? Zenci adamların tek başına pistte 'dans' figürlerine mi, teyzemin salsa deneyimine mi? Falan derken. Yeter!
Pes ettik.
Adını daha önce listemize aldığımız mekanlardan birinin önündeyiz. Eden Rock Cafe. Klasik Avrupa pubı görünümünde. Bir oraya girmediğimiz kaldı. Böyle kapının önünde file çoraplı, dar atletti, üstü çıplaktan hallice erkekler. Tuhaf bir gösteri var da sanabilirsiniz. Veya biz İngiltere geleneğinden alışığız, erkeklerin haftanın belli günleri kadın kostümüyle sokaklara çıkmasına. Olabilir.
İçeri geçip çok güzel bir masaya oturduk. İççez. Zaten 1,5 günlük ziyaretin son gecesi siz düşünün. Benim çişim gelmeseydi de işler öyle gelişir miydi bilmiyorum. Tuvalet amaçlı üst kata çıkmışım ki, kapının önünde kuzen sesi. Yok gerek yok, teşekkür ediyor, kuzeni bekliyorum.. falan diyor. Şok.
Yahu Zamanında bir Londra klubünde tüm çantamla pasaportu bırakmışlığım var ve  diğerleri. Şimdi bu kız buradaysa eşyalar alt kata masada ???? Pantalonu toparla.... Panik atak kapıya attım kendimi.
Rahat..
Bizim fileli arkadaşlar gelip benim güzide kuzen barikanın elini öpmüşler ve ona eğlencenin adresini vermişler. Olay bu.
Gözünüzde canlandırın. Az önce müzik kutusu falan, böyle tuhaf loş ortamda değil miydik? Ve kapı açılır: Oh lala.
Çok uzatmayacağım ama ben ömrü hayatımda izlediğim en güzel canlı performansı izledim. Bedava. Ve en sevdiğim şarkıların hepsi. Bütün gece zıpladık dans ettik ve içtik tabii.
Bi nevi sabahladık.
Neyse aklınızda olsun oraya da gidin.
Grubun adını hatırlamıyorum. Kuzene sorup sonra editlerim merak etmeyin.

Neyse sonuç: Gittik gezdik gördük beğendik. Oğlumuza alırız misal.
Gidin görün. Hınbıl hınbıl buralarda dolanacağınıza gidin derim.

Ahanda bazı bazı fotolar: Sokak pazarı, çok renkli

 Kahvaltı yaptığımız mekan. Mathilde. İsmi de güzel içerisi de. Taştan mekan. Kahvaltısı da çaydanlığı da bir efsaneydi.

 Sinema ve Minyatür müzesinden. Bu görmüş olduğunuz maketlerin hepisi gerçek dostlar.

Bu Matrix'in aynası, biz de az hava atalım dedik. 



 İşte bunlar o minyatürler.
Avuç içi kadarlar ve detaylarda boğulmamak mümkün değil.






 Şeker şeker şeker.. Ben sevmem ama.

 umut fakirin ekmeği misal..


 Yüzde yüz kukla müzesindeyiz bu sefer. Aslında sempatik olduğu kadar korkunç da. Bir de sesli tanıtım ve sensörlü ışık durumları var. Fanlarına duyurulur.





 Lumier'lerin müzesindee. Tatatataaa karşınızda Nuri Bilge Ceylan. Hoş tabii..





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder