'La' diye başlaşam, tamamen bir angara şivesi, hem istediğim vurgu da olmuyor!
Lan' diye başlaşam, vurgusu tam, ama az ayıp olur mu diye düşünmüyorum değil.
Kasımpaşadan dönüyorum, devam ediyorum şu an, affınıza sığınarak.
Lan, herkes bazı konularda mütehassıs, bazılarında vasat, bazılarının yanından bile geçmiyor.
Ama bir konuda sahabe veya ashab. Ve tabii ki bunlar çoğu zaman biraz muallak, çoğu zaman biraz dikte bazen de öylesine iplemiyor gibi vs.
Bazen yalnızca taklit ederiz. Bazen yalnızca hayal ettiğimizi gerçek ilan ederiz, bazen de boş verip kanaat ederiz.
En çok özgür olmakla ilgili hassasiyetlerimiz var. En çok özgür olmak nedir, diye sormuş feylesoflar. Kimse hemfikir değil.
Uçurtmayı özgürlükle bağdaştırmamız da ondandır. Ne istiyorsun? Başkasının eline tutuşturduğu uçurtmayı uçurmaya çalışıp, becerememek mi, yoksa uçurtmayı uçuranları izlemek mi, yoksa uçurmayı öğrenmek mi olduğuna karar vermemiz gerekir. Bunun karşılığı bir başıboşluk, klasik anlamda bir özgürlük algısı değil. Ne yazık ki..
Onu düşürmemekle sorumlusun. İpini ne kadar gergin tutacağını, ne kadar boş bırakacağını, ne kadar hızlı adım atacağını bilmek zorundasın. Bunun anlayacağınız dildeki karşılığı da, sorumluluk. Ne yazık ki..
Muhtevası boşalmış bir yaşam, üç beş cümleyle sınırlanmış diyaloglar, ezberlenmiş otomatik davranışlar, hangi filme gideceğimizi bile etrafımızın seçtiği, çünkü uyum sağlamak gibi bir kaygımızın olduğu, hangi rengi hangi renk pantolonla eşleştireceğimizin 'bilirkişiler' tarafından söylendiği, eşlik etmek, teşrif etmekle ilgili kaygıların yükseldiği, beğenilme çağındayız. Beğenilme çağında ise hayatına birini alma, hayatını onla paylaşma değil, yakışanı taşıma çağındayız. Ne çirkin.
Sonra matematiksel hesaplara geçilir. Kısaslara.
Sonra hayalleriniz ufalır da ufalır. Yok olana kadar anlamazsınız. Gidemediğiniz yerleri, suya düşen planlarınızı tekrar edersiniz, bir tekerrürün içinde yitine kadar.
Herkes gibi olması gerekir yaşamınızın. Herkes gibi davranmalısınız. Oraları ziyaret etmelisiniz, şuralarda yemek yemeli, bıçağı sağ elinizde tutmalısınız, peçete ise hep dizinizde durmalı. Sanki bir martı havalanıp her an kucağınıza... gibi bir durum.
Sonra sırayla birbirinizi arayacaksınız, sürpriz mesajları anlamayacaksınız. Mesela biri size 'kaç' diye sorduğunda, saati söyleceksiniz. Veya ne zaman eve döneceğinizi. Halbuki o kendince bir dil yaratmış olamaz di mi, 'beni ne kadar seviyorsun' gibi. Cevabını bilmediğin bir soru da değerli değildir.
Bazen sokağın ortasında öpüşmek isteyebilirsin. Bazen oturduğun masada dizini kendine doğru çekmek. Bazen yürüyen merdivenlerde ona sarılmak. Yolun ortasında öylesine durup abuk subuk hareketler yapmak. Bazen kimsenin duymadığı sevmeyeceği bir filme gidebilirsin. Bazen o derece salaş bir balıkçıda oturabilirsin veya bir öğle yemeğini bir simitle geçiştirebilirsin. Veya hiç konuşmadan yanında uzanmasına izin verirsin. Ame temas halindesindir. Ayağın ayağına değer, veya elin elinin hemen yanındadır. Bazen onun nefes alışını dinlersin ve kendini iyi hissedersin. Bazen kucağında bir kitap okumayı hayal edersin ama ona sarılmak istersin. Bazen o sana bakmazken onu izlersin ve gülümsersin. Bazen tüm saçmalıklarına dayanamayacağını sanırsın ama yine de bir bakarsın ki tahammül etmişsin. Bazen onun senle vakit geçirmemesi kesinlikle bir güven sorunu değildir. Bazen senle vakit geçirmemesi yalnızca vakit geçirmemesidir. Onu özlediğin için kızarsın. Bazen yalnızca onu göremediğin için onu artık sevmediğini hatta ondan nefret ettiğini söylersin, kavga çıkarırsın. Sonra da bunu belki yıllarca açıklayamazsın. Bazen bir masal olsun, bir gerçek olsun, öylesine romantik bir insansındır ki, hayallere dalarsın. Senin için bazı kavramların hepsinin birleştiği bir yer olur. Benim için bir cümle gereklidir dersin. Onun yanında ölmek ister misin? O mudur gerçek olan hani..
Kaybolmak istemezsin. Zaten kaybettiğin dolu şeyin yanında bu duyguyu sıradanlaştırmak istemezsin. Zamanı harcamak ne kadar acıklıdır bilirsin. Zamanı yaşamak istersin. Yoksa zaten öleceksin. Herkes gibi..
Onunla birlikte olmanın özel nedenleri olmalı. Ayırtedici. Sana iyi gelen, seni iyileştiren. Sana birşeyler katmalı mesela. Bir mimik, bir hatıra, minik bir bilgi, kimsenin bilmediği sırlarınız olmalı, komik hikayeleriniz, bu aşkın nasıl başladığını asla unutmamanız gerekir, tabii gerçekten aşıksanız..
Yoksa
"Uçurtma, uçurmayı bilmeyen bir erkek, bir kadını mutlu edemez" demiş yazar*. Yaşlı bir kadının ağzından.
Harcarsınız... Harcanırsınız... Yazık olur...
*Ferzan Özpetek, İstanbul Kırmızısı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder