Dün Bora'yla oynadığım bilgi yarışmasında aşağıdaki cümlelerin hangisi dirayet kelimesinin karşılığı değildir diye soruyordu. Biz içini dolu dolu doldurabildiğimiz kelimeleri de daha çok seven bir milletiz. Kulağa tınısı hoş gelen, aslında biraz muğlak görünen kelimeleri. Dirayet göstermek gibi. Çünkü biz dirayetli milletizdir. Her millet gibi, en çok kendimize bahşedildiğinden eminizdir. Bizim hamurumuz sonsuz bir sabır, yetenek, zeka ve dayanıklıkla bezenmişmiş. Olabilir.
Derdim de bu değil açıkcası. Yoksa herkes kendini kandırabilir. Bugün bunlara girmek istemiyorum.
Çin işkencelerinden biri, insan vücudunu bir noktada sabitlemek ve kıpırdamaması koşuluyla, kafasının hep aynı noktasına bir damla su düşmesi. Bir süre sonra betonu bile delebileceği söylenir.
Ölüm oruçları / açlık grevleri var (söz verdim tabii ki bu politik bir yazı değil). İnsanlar kendi bedenlerini, çaresizlik sonucunda ve tabii ki son çare olarak ölüme / açlığa yatırıyorlar.
Canlı bomba / feda eylemcileri var. Bu insanlar bir miktar patlaycı maddeyle, eşit koşullarda savaşamadıklarına inandıkları düşmana karşı bir direniş gösteriyorlar.
Ceza evlerinde sosyal etkinliklere katılmama protestoları.
Bunlar tarihin en eski zamanlarından gelen alışkanlıklar tabii ki.
Bir çocuk annesine küstümü masadaki yemek dolu tabağını iter. Babasından izin alamadı mı gerekirse susar, konuşmaz. Hadi arkadaşlarınla oynaların karşılığı iki kolun önde kavuşması ve sarkık bir alt dudak. IRA militanlarının da nasıl açlığa yattığını hatırlıyoruz, kendi çocukluğumuzu da. Filistin'de intifadayı da, buradaki kürt çocukları da.
Yani direniş ve dirayet, genelde doğru orantılıdır. Haklısınız. Ve biz hangi tarafta olursak olalım, tereddütsüz dirayetli olanızdır. E bunda da haklısınız. Direnişçiler. Bazıları fark ettiğiniz üzere hiç de pasif değiller. Zaten direniş dediğin şey, yalnızca kendini ve küçük egonu beslemekle ilgili değildir herhal. Bugün kavramlardan konuşma günü de değil, merak etmeyin.Yalnızca insanlar zamanında fidanları toprağa o kadar da boşuna dikmiş olamazlar, değil mi?
Hadi merak etmeyin bugünün konusu bu da değil.
Çin Seddine tırmanıp, aşağı atlayabiliriz.
Vücudumuzu aylarca açlığa yatırabiliriz.
Her uzvumuzu bombayla donatabiliriz.
Susabiliriz, sessizliğimiz gökyüzünü yırtana kadar.
Damarımızı boydan kesebiliriz.
Bir binanın en üstüne çıkabiliriz.
Uçaklar kaçırabiliriz.
Durmadan ve durmadan kendimize zarar verebiliriz, başka bir yerde daha iyi bir hayat filizlensin diye.
Olası.
Dün yeni bir direniş daha keşfettim arkadaşlar. İşte bugünün esas konusu bu :)
Bir de sinemayı deneyebilirsiniz. Evet biraz marjinal olacak, ama doğru.
Mesela iki gün üst üste, ilk önce Host'a sonra GI. Joe'ya gidebilirsiniz. Küçük kusmuk reflekslerinizin hepsi boğazınızın en üst katmanında takılabilir. Yanındaki adam yok artık diye boynunu eğebilir. Diyaloglar karşısında göz devirebilirsiniz. Hayattan soğuyabilirsiniz. Işıkların açılmasını beklemeden hem de koşarak o sinemadan çıkma hissiyle dolabilirsiniz. Bir ara gözünüz kapanır. Gözünüzü açtığınızda hiçbir şey kaçırmamışsınızdır.
Sonra dönüş yolunda arabada, yan koltukta bir yandan araba kullanmaya çalışan, bir yandan da onca uykusuzluğu yüzünden somurtan adama bakarsınız. Haklıdır.
Bunu niçin yaptık? sorusunun altı bomboştur. Bu kadar acıya ne gerek vardı?
Ne kadar dirayetli olduğumuzu mu ölçük :)) dersiniz.
Hala bilmiyorum. Ama üniversite döneminde üç jandarma bana mukavemetten dava açıp, aleyhimde tanıklık yapmışlardı. Bir tanesinin kolunu bir tanesinin bileğini kırmışım. Kırmışım tabii. Kırarım. Benim bilekleri bilirler. O zamanlar Amerika Irak'a giriyordu. Askerlerde üniversitelere ve yani bize. Biz de gözaltında, bizi satan arkadşaların getirdiği yemekleri reddetmiştik.
Bu aslında saatlerce kalınacak bir gözaltından ve yediğimiz onca dayaktan ve insanları bir araya toplama uğraşından bazı açılardan daha zor olabiliyordu. O çünkü son halkaydı. O dirayetin kırılmaya en yakın olduğu yer. Düşmana karşı değil, içeriden gelen birşey. Beklemediğin yerden gelen birşey. Duruşla ilgili bir savunma. Refleks. İrademizi güçlendiyorduk.
Sinema da biraz öyleydi işte. Belirli bir düşmana karşı girişilmemiş bir deneyim. Umulmadık bir yerden gelen bir darbe. Ne kadar kötü olabilir ki sorusunun muğlak cevabı, hatta cevapsızlığı, bir de vücudun her bakımdan direnmesi. Hem uykuya, hem mantık hatalarına hem zamana. Pehh
Nefret ettiğniiz birileri varsa, en iyisi mi siz onları bu filmlere gönderin. Kendinize o kadar da kıymayın derim :D
Çünkü sonuçta ya küçük bir böcek olup, bal dudak birinin içine konacaksınız ya da ... allahım hala bilmiyorum, yüz milyorunca kez amerikayı kurtaracaksınız falan işte. Sonuç bir. Kusacaksınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder