Güzel olmaz mıydı?
Ancak bu site Stephan King'in romanlarına konu olacak malzemeye sahip, demeden geçmiyim.
Gelelim asıl konuya. Uzatmaya gerek olmayan asıl konuya. Sevgili akademi ödüllerine. İzlerken bile o derece sıkıldığım ve üstüne üstlük sanki müzik ödülleri havasındaymış gibi geçen ödül töreninden keyifle bahsedemeyeceğim.
İyilerden üçbeş not size:
Michael Haneke, Amour filmiyle beklenildiği üzere yabancı dilde en iyi film, ödülünü aldı. Yine beklenildiği üzere ödülünü iki başrol oyuncuna atfetti. Ve kısa bir konuşma sonrasında kürsüden ayrıldı.
Yine Q. Tarantino, en iyi özgün senaryo dalında ödülünü aldı. Beklenildiği üzere sahneye gömlek/kravat dağılmış halde çıktı. Yarattığı karakterler olmazsa elle tutulur birşey yapamayacağını ve doğru casting yapmanın önemi üzerinde durdu. Kendinden beklenenden bile ciddi bir konuşmaydı ve yüzümüzde bıraktığı tebessümle kürsüden indi.
C. Waltz son üç senede aldığı ikinci oscarını, cebine koydu. Yanlış projelerde kaybolabileceğinden bir ara korkmuş olmama rağmen, Tarantino yine onun elinden tutmuştu, neyse ki.
En iyi yrd. kadın ödülünü Anna Hattaway aldı. Ben bu kadının ismini bile seviyorum ve galiba hemen hemen tüm filmografisini izlemiş olabilirim. Koyu bir takipçisi değilim ama yetenekli olduğunu düşünüyorum. Şarkı söylemedeki yeteneğine daha önce şahit olsam da, Les Miserables 'ın sahnedeki şovu gerçekten gecenin en iyi yanlarından biriydi.
Barbara Streisand'ın o kadar zaman sonra sahneye çıkıp, The Way We Were'ü söylemesi, gözlerimi doldurdu. Hem annemin en sevdiği kadın oyunculardan biri olması, hem de kendime en yakın hissettiğim karakterlerden birine hayat vermiş olması, benim için de onu çok özel kılıyor.
Adele, yine herkesin beklediği üzere ödülünü aldı.
Ve en sona bıraktığım, günün en son iyi olayı ise, Oscar tarihinde ilk defa bir oyuncu 3.kere en iyi oyuncu ödülünü kucakladı. Hoş gerçekten de öyle bence. Daniel Day Lewis, döneminin en iyilerinden bir tanesi.
Gerisi fasofiso. Hemen hemen hiçbir ödül iyi değildi. Ang Lee'nin en iyi yönetmen ödülünü bu filmle almasına karşı duyduğum şaşkınlığı anlatamam. Herkes gibi ben de Ben Affleck'i bekliyordum(istemiyordum). Halbuki, iktidar yalakalığı ve ödül korsanlığı için elinden geleni yapmıştı. En iyi yönetmen ödülünü alacağından kendi de tam emin olmasa gerek ki, filmin yapımcılığını da üstlenmişti. En azından en iyi film ile oscarı kucakladı diyebilirim. Bence gelecekte iyi yönetmenler arasına girme yolunda bir ışığı olan Affleck, özgün olmaya çalışsa veya yalnızca en yakın arkadaşı Damon ile çalışsa sanırım onun için daha iyi olacak. Bu politik olayların hiçbirinden eksik kalmayan G. Clooney, bir tek benim mi sinirimi bozmaya başladı bilmiyorum. En iyi film ödülünün takdiminin beyaz saraydan yapılması acaba, İran'a girmek için resmi bir açıklama olarak kabul edilebilir mi? Veya "Tü kaka!"" demek için....
Jennifer Lawlence'ı Winters Bone filminde gerçekten sevmiştim. Genç yaşta umut vaadeden oyunculardan bir tanesiydi. Ölmüş gibi konuştuğumu biliyorum ancak, Silver Linings Playbook performansıyla oscarı alması tamamen bir saçmalık. Orada, hepsi bir yana E. Riva varken hele. Oscar ilk defa olmasa da, çok bariz bir şekilde gözümüze iyiyi seçmeyeceğini sokmuş oldu bir kere daha. Yok artık demekten ve isyan etmekten yine kendimi alamadım ne yazık ki. Çünkü be insaf be kardeşim. Amour 'da öyle bir oyunculuk vardı ki, izleyicinin hepsini o evin içine iki saat hapsetti... Şaka olmalı diye düşündüm. Sonra da bunun bilerek yapıldığını. Çünkü bu sene Riva'ya ödül vermek başka bir anlama gelecekti. Aynı Argo'ya ödül vermemek gibi.
Sonucu toparlarsam. Argo toplam 3 dalda, Zero Dark 1 dalda, Lincoln 2 dalda, Life of pi 4 dalda, Django Unchained 2 dalda, Les Miserables 3 dalda, Silver Linings ise 1 dalda ödül aldı.
Yani sonuçlara baktığınızda gördüğünüz üzere, bu sene öne çıkan hiçbir yapım yoktu. Çünkü öne çıkan yapımları Akademinin onaylamasının hiçbir yolu yoktu. O yüzden kırıntıları eşit paylaştırma politikasından yola çıkaraka, kendi borusunu öttürdüler diyebilirim.
Tabii, Haneke de çok alınacak ve bir daha film yapmayacak sanki. Amour gibi bir film varken, beş para etmez Argo'ya ödülün gitmesi sanırım bizimkilerden de en çok bana dokundu. Ama yapacak birşey yok. Ben böyleyim.
Bu da benim arızam.
Oscardan nefret etse de kendini alamayan ben.
Bir reklam ile bitirmek istiyorum. Tam ödül töreni arasında, Clear reklamı başladı. Adını tamamen kardeşimden öğrendiğim ve not aldığım, Burak Özçelik, reklamda, her rolun hakkını vermek çok önemli.. gibi birşeyler diyordu. "Sen bir tanesinin hakkını versen yeter" diye çığırdım oturduğum yerden. Sonra omuz silktim. Napıyordum ki ben? Oscar ödül törenini izliyordum. Ve ödüller en olmadık yerlere doğru gidiyordu ki ben bunu zaten biliyordum. Hakkını vermekmiş. Bu da onun gibilerin ağzında sakız diye sinirlendim biraz. Biraz da bu seramoni beni sıktı galiba..
Ben bu haftasonu Haneke'nin izlemediğim tüm filmlerini tamamlarım.
Bence siz de öyle yapın. Bir de vaktiniz kıymetliyle ödül mödül töreni izlemeyin. Zaten dün akşamki daha çok mödül töreniydi.
Konuyu 2012 yılında kaybettiğimiz Nora Ephron ile kapatıyorum. 'Anmalar' törenin en iyi kısımlarından bir tanesiydi ne de olsa. Hemen hemen bir çok filmini severek izlediğim Nora Ephron
"The hardest thing of writing, is writing.." demiş, güzel demiş..
Sevgiler..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder